Bir Sayfa Seçin

Ademi merkeziyetçi girişimler şimdiden eleştiri toplamaya başladı; bu yaklaşım kurulu düzene doğrudan bir tehdit olarak algılanırsa, durum daha da sarpa sarabilir. Bu girişimler, kendi ayakları üstünde daha fazla durulabilmesini sağlayarak büyük sistemle bağlarını koparanlara büyük avantajlar sağlasa da; hareketi sürükleme durumunda kalacak ilk uygulayıcılar kendilerini hedef tahtasında bulma riskini de taşıyacak. Bence, bir yandan yerel direnci ve arz güvenliğini pekiştirmek, aynı zamanda da doğal yaşamı korumak ve canlandırmak amacıyla, kamuoyuna duyurulan olumlu çalışmalara devam etmek daha iyi bir seçenek olarak gözüküyor. Geniş çaplı bir uygarlık krizine yönelik her türlü kapsamlı hazırlık, “satın alarak stoklamaya” giderek daha çok sırtını yaslayan mevcut sistemi zayıflatmak gibi bir yan etki yaratacak olsa da, yan etki ile ilan edilmiş hedef arasında fark var.

Küresel finans sistemi her durumda büyük bir krizin eşiğinde sendeler halde. Kendini zaten birkaç ilmekle tavana astığı için, altındaki tabureye bir tekme atmaya bile gerek yok. Holmgren, bir çöküşün gelmekte olduğu uyarısında bulunanların zaten muhtemel buna yol açmakla suçlanacaklarını, ama buna karşı proaktif olunabileceğini ileri sürmekte. Şahsen, hedef saptırılmış bir suçlamayı makul gösterecek herhangi bir gerekçe sağlamayı tercih etmem.

Kapsamlı düzenlemeler Büyük Sermayenin kuralları istediği gibi yazmasını sağladı. Kendi kârlılığına zarar verecek herhangi bir denetimi yürürlüğe sokmayacak. Enerji çok değerli, enerji sıkıntılarının yaşanacağı bir gelecekte daha da değerlenecek. (Ancak, enerjinin değeri ile enerji şirketlerinin değeri aynı şey değil.) Düşük enerji kârlılığı oranlı enerji kaynakları sadece mevcut balonun bir tezahürüyse de ve bir süre sonra gereksizleşerek yasaklanacaksa da, geride kalan yüksek enerji kârlılığı oranlı enerji kaynakları, bunların kullanılması ne tür etkilere yol açacak olsa da, uzun vadede yeraltında bırakılmayacaktır.

Bunların kullanımı, talebin düşeceği, fiyatların üretim maliyetlerinden daha hızlı düşmesiyle finansal risklerin yükseleceği ve ekonomik perspektifin çok daralacağı bir ekonomik darboğaz döneminde muhtemelen ertelenecektir. Darboğaz dönemlerinde çok az yatırım gerçekleşir, ancak nihayetinde ekonomi sınırlı bir iyileşme durumuna girdiğinde, talep artacak ve kaynak daralmaları sınırlayıcı etken olmaktan çıkmaya başlayacak. Bu noktada, kullanılabilen her şey kesinlikle kullanılacaktır ve kaynakları kullanma hakkı üzerine çatışmalar yaşanabilecektir.

Kısa dönem öncelikler dünyasında, uzun vadeli kaygılar hesaba katılmaz; bir kriz dönemine has istikrarsızlıklar kısa vadeli yaklaşımı tavana çıkarır. Ne yazık ki, çevreyle ilgili kaygılar uzun vadelidir.

Holmgren reel ekonomide yerel yatırımlara öncelik verilmesinin gerekliliğini öne çıkarıyor, ki tamamen aynı fikirdeyim. Varlıklı ülkelerdeki, gayrıresmi hane ve topluluk sektörlerinin varlıklarının alınıp resmi, parasal ekonomilere aktarılmasının çok uzun zamandır sürdüğüne dikkat çekiyor; bu eğilimin tersine çevrilmesine dairse çok az deneyime sahibiz. Michael Shuman’ın mükemmel kitabı Local Dollars, Local Sense’te, bu tarz bir değişim gerçekleştiği takdirde sağlanan hakiki, somut faydalar anlatılmakta. Elbette, önceden de ifade ettiğimiz gibi, zaman daralıyor, ama yine de krizin öncesinde alınan her türlü önlem sonrasında büyük faydalar sağlayabilecek. Örneğin, görece yerel kontrolün sağlanmasında kooperatif yapısına dayalı iş yapılarının desteklenmesi güçlü bir araç olabilir.

Harcamaların yerelleşmesini desteklemenin bir yolu yerel bir para birimini devreye sokmaktır. İnsanları ulusal para birimini sadece yerelde harcamaya ikna etmek olanaksızsa da, yerel bir birim yerelde harcanabilir. Yerelde harcanan her bir lira, bölgenin dışında harcananlara kıyasla yerele çok büyük faydalar sağlar. Dışa yapılan harcamalar toplulukların varını yoğunu alır götürür ve son yıllarda elimizdeki her şeyi dışarıya harcamaya teşvik edildik. Ucuz alternatifler yerel mal ve hizmet piyasasını zamanla ortadan kaldırdı. İşte merkez periferi pahasına böyle büyüyüp serpiliyor. Paranın başka bir yerde harcanması seçeneğini ortadan kaldıran bir para sistemi bu gidişatı tersine çevirebilir. Bunda yeterince uzun süre ısrar edilirse, yerel mal ve hizmetlerin temininde itici bir güç olabilir.

Yerel para birimleri ulusal birimle kol kola işleyebilir ve belli bir bölgedeki para arzını genişletebilir. Böylece, insanlar ve kaynakların mevcut olduğu ama bunların yeterince paranın tedavülde dolaşmamasından  dolayı kullanılamadığı sanal likidite sıkıntısına bir çare oluşturabilir. Yerel para birimleri değer kaybedecek [ucuzlayacak – depreciate] şekilde tasarlanabilir, böylece para dolaşım hızı desteklenir. Ancak yerel ile ulusal para birimleri birbirine çevrilebilir ve ulusal birim değer kaybetmezse, çeşitli sıkıntılar ortaya çıkabilir. Öte yandan, birbirine çevrilememe durumu değerin saptanmasını ve yerel birimin herkesce kabul edilmesini zorlaştırabilir. Yerel vergilerin ödenmesinde kullanılabilen bir alternatif para birimi kabul edilebilirlik açısından ayrıksı bir avantaj kazanır (ki klasik örnekte-darboğaz dönemi Avusturya kasabası Wörgl- bu görülmüştür).

Elbette bir para tekeli çok önemli bir güçtür, böyle olduğundan da büyük olasılıkla korunmaya alınacaktır; darboğaz dönemi Avusturya’sında da yaşanan bu olmuştu. Bu durum alternatif birimlerle ilgili beklentileri ve kalıcılığını sınırlar; her şeye rağmen, Yunanistan’da şu an olduğu gibi, bu tarz para birimleri yürürlükteyken bayağı bir kazanım elde edebilmekteler. Nihayetinde, ciddi bir kargaşa döneminde, bir para tekelini sürdürmek olanaksız hale gelebilir, bu durumda da yerel birimler serbestçe işleyebilir. Yolsuzluğa bulaşabilen insanlarca işletileceklerinden bunlar uzun vadede yine siyasi amaçlar, para basma ve ponzi dinamikleri uğruna çarpık şekillerde kullanılabilir; ama en azından bunlar küçük bir ölçekte gerçekleşecek, şu anki gibi dev finans sistemindeki hatalar olarak sistematik riskler yaratmayacaklardır. Para sistemleri iniş çıkış döngüleriyle hareket ettiğinden, esasen, enflasyona dayanıklı, bireyler arasında dolaşan, uzun vadede istikrara kavuşması beklenecek bir sistem söz konusu olamaz. Kaçınamayacağımız genişleme ve daralma dalgalarını yönlendirmek bize düşmekte.

Ulusal para birimlerine bağımlılığımızı azaltacak takas ağları, zaman bankacılığı, alet ve tohum kütüphaneleri, armağan ekonomisi tarzı her türlü girişim bu anlamda işe yarayacaktır. Bazı ülkelerde ulusal ölçekte gayet güzel işleyen çeşitli takas ağları mevcut; Yeni Zelanda’daki Barter Card ve İsviçre’deki WIR ağı gibi. Yerel ölçekte başka ağlar büyük işler başarabilir, ama bunlar yapıları gereği sınırlı kalacaktır. Zaman bankacılığı, kütüphaneler ve armağancılık büyük ölçüde yerel işler, bunlar sadece para gerektirmeyen değiştokuş araçları olarak değil, ayrıca güven ve topluluk uyumu yaratan mekanizmalar olarak iş görür. Yerel dirençliliği ciddi şekilde artırdıklarından, muazzam faydalar sağlarlar.

Holmgren banka sistemlerine bulaşmaksızın elde nakit tutmanın orta sınıfın borç bağımlılığını düşürerek dirençliliği ciddi şekilde artırabileceğine işaret etmekte. Bu yaklaşım bizimkiyle bire bir örtüşmekte, zira deflasyon dönemlerinde nakit gibisi yoktur. Harcamasını nakit yapanlar elektronik harcamalara kıyasla daha az harcama eğilimindedir. Dolayısıyla bir mali çöküşe karşı daha az kırılganlaşırlar.

Paralel Sistemler Kurma

Holmgren giderek merkezileşen ve yıkıcılaşan anaakımdan acilen kopmanın ve (düşük enerjiye dayalı Yaşamkurtaran senaryosuna doğru inişe geçmeden önce on yıllarca sürebileceğini düşündüğü) bir Kahverengi Tekno geleceğin arifesinde öncesinden alternatif paralel sitemler kurmanın gerekliliğini vurgulamakta. Halihazırda her iki yakaya da bir ayağımızı koyabilme lüksüne sahip olduğumuza, dolayısıyla sonuçlara bel bağlamak durumunda kalacağımız dönemden önce alternatifler geliştirme fırsatı bulabileceğimize işaret etmekte. Bu yönde denemelere girişebiliriz, ama güvenli bir ağla.

Bunlarla hemfikirim, bir Kahverengi Tekno sistemin uzun süreli olacağı öngörüsü hariç. Enerji krizinden ziyade finansal bir krizin tetikleyeceği yaklaşan çöküşün ölçeği, politik bir merkezin uzun süreliğine hüküm sürme kapasitesi kurmaya yeterli zamanın oluşmasına imkan vermeyecek kadar kapsamlı olacak gibi gözüküyor. Sistemden çıkmakla öğrenilecek çeşitli çözümler bu süreçte çok değerli olabilir. Ne yazık ki, her iki yakaya basarak dengede durabilmek için harcanacak çaba iki tarafa da pek fayda sağlamayabilir; bir an önce sistemdışı seçeneklere odaklanmak muhtemelen yeni koşullara daha kolay ayak uydurulabilmesini sağlayacak.

Buckminster Fuller’in dediği gibi, “Mevcut gerçeklikle savaşarak asla bir şeyler değiştiremezsiniz. Bir şeyleri değiştirmek için, mevcut modeli hükümsüz kılacak yeni bir model kurun.” Diğer bir deyişle, değişim, tepeden inmeci politikalarla savaşarak değil, tabandan yukarı doğru organik şekilde giderek artarak gerçekleşecek. Başlangıçta, tabanda değişimler yaratmak ciddi bir insan enerjisini gerektirecek, ama devinim kritik bir yoğunluğa ulaştığında, özellikle hakim koşullarda köklü değişiklikler yaşanırken büyük avantajlar sunduğunda, çok hızlı şekilde kendi başına yoluna devam edebilecek.

Zeitgeistı (zamanın ruhunu) etkileyen fikirler hızla yayılabilir ve ciddi bir ivme yaratabilirler. Örneğin, “ufak ev” hareketi, fiziksel mekandan ziyade iyi tasarıma büyük önem vererek, daha ufak ve daha sade mekanlarda yaşamayı gurur duyulacak bir unsur haline getirmekte. Giderek daha çok sayıda genç ebeveynlerinin yürüdüğü yoldan çıkmayı seçmekte, zira borç köleliğine giden o yol hiç olmadığı kadar dezavantajlı hale gelmiş durumda. Bu grubun aktif bölümü yeni yollar arayışında ve bunu başat mekanlardan farklı yerlerde bulmaya hazırlanıyor. Bunun başarılması çok bereketli zeminlerin yeşermesini sağlayabilir.

Permakültür, bir finansal kriz hüviyetinde gerçekleşecek sistem çöküşünün ardından gelecek sistemin şu ya da bu şekilde yeni baştan kurulmasındaki başlıca temel taşlardan biri olmalıdır. Sonuçta, sanal daralma dönemini salimen atlattığımızda, kaynak daralmalarından dolayı ortaya çıkacak gerçek kıtlıklar ve yoksunluklarla baş etmek durumunda kalacağız. Fosil yakıtlar sayesinde yapay olarak artırılmış taşıma kapasitesine (örneğin, gıda zincirinde kullanılan azotun yaklaşık yarısının azotun fosil yakıtlar vasıtasıyla yapay şekilde bağlanmasıyla elde edilmesi) rağmen, Yerkürenin taşıma kapasitesini fazlasıyla aştığımız gerçeğiyle başa çıkmak durumunda kalacağız. Yoğun tarım endüstri nedeniyle toprağın bereketinin kökünü kurutmakta, kritik azot döngüsünü taciz etmekte, round-up gibi böcek ilaçlarıyla toprağın bereketinde kritik önem taşıyan toprak mikroorganizmalarını zehirlemekteyiz. Bütün bu verdiğimiz zararları telafi etmemiz gerekecek, ama bu çok zaman alacak ve bu esnada beslememiz gereken 7 milyar boğaz var. Toprağın yeniden can kazanmasına büyük önem veren Permakültür bunu yapmanın en iyi yolu.

Holmgren’in dediği gibi, “Permakültür tarzı bir yaşam kendi refahımız adına bize sorumluluk alma olanağı tanır, yaratıcılık ve yeni çözümler için bize sayısız fırsat sunar, etrafımızdaki dünyayı anlamlı kılacak şekilde bizi doğaya ve toplumla bütünleştirir.” Farkındalığa dayalı kişisel refah motivasyonuyla ve idare edilebilir bir insani ölçekte faaliyet göstererek, bütün dünyayı kurtarmaktan kişisel olarak sorumlu olduğumuz hissinin altında ezilmeksizin, doğal ve insani sistemlere dair bilgilerimizi gerçek dünyaya uyarlayabiliriz. Tepeden inmeci yaklaşımlarla mücadeleyi bırakmak, (sanki bunlar sorunlarımızı çözecekmiş gibi) yönetim politikalarını değiştirmeye çalışmak üzere ya da ‘doğru’ insanların seçilmesine yönelik gösterdiğimiz bütün çabalara son vermek zor gelebilir.

İşlerin nasıl yürüdüğüne, somut değişikliklere ve kendi bölgesel gerçekliğimize odaklanmalıyız. Statükodan uzun süredir fayda sağlayanların ciddi bir muhalefetiyle karşılaşabiliriz, ama yeterli sayıda kişi dahil olduğunda değişim durdurulamaz hale getirilebilir. Sonuç, düzenin bu şekilde aynen nasıl devam ettirebileceğine dair sorunlara bir yanıt oluşturmaz; kapasite aşımının sonuçlarıyla baş etmek mecburiyetini de ortadan kaldırmaz; ama zorlu darboğazdan asgari acıyla geçmek, uğruna mücadele edilecek bir amaçtır.

Yazan: Nicole Foss (çeviri: hira d.)

yazının orjinali: http://www.theautomaticearth.com/crash-on-demand-a-response-to-david-holmgren/