Çöküşün Talep Edilmesi? David Holmgren’e cevap mahiyetinde
Yazan: Nicole Foss (çev: hira d.)
Büyük saygı beslediğim David Holmgren, permakültür konseptinin iki yaratıcısından biri olarak tanınır. Permakültür, bir yandan da toprağın bereketini artırarak gıda üretiminin kendine yeterli yollarının oluşturulmasında doğal sistemlerin ilkelerinin kullanıldığı, iyileştirici tarıma yönelik ekolojik bir tasarım yöntemidir.
Büyümenin sınırlarına dayandığı çağımızda, işleyen yaşam destek sistemleri kurulmasındaki en önemli yollardan biri olan permakültürle her gün biraz daha haşır neşir olmaktayım. Dünya çapında doğal sermayemizi yok ettikçe, hızla elimizdeki seçenekler azalmakta. Acilen bile isteye birtakım zorlu seçimler yapmamız gerekiyorken, cümleten bundan kaçınmaktayız, zira tüketim sistemimiz muazzam bir atalete sahip. Çok yakın tarihlerde sınırlarımıza gelip dayanacağımız gerçeği söz konusuyken, oluşacak etkilerin yatıştırılması ve tepeden tırnağa yeninin inşa edilmesinde permakültürün uygulanması muazzam faydalar sağlayabilir.
Holmgren’in Gelecek Senaryoları
Holmgren esas çalışmalarının yanı sıra, Petrol Zirvesi ve iklim değişimi tehditlerinden kaynaklanan gelecekteki muhtemel enerji düşüşü senaryolarına da büyük önem vermekte.
Yaptığı modellemeler bu sınırlayıcı etkenlerin muhtemel dört gelecek seçeneğini oluşturmada sosyopolitik tepkilerle nasıl iç içe geçeceğini irdeliyor. Holmgren’in modellemelerinde dört gelecek senaryosu yer alıyor:
* Kahverengi Tekno, * Yeşil Tekno, * Yeryüzü Bakıcılığı, * Cankurtaranlar
[Bu senaryoların ayrıntıları için bu yazı dizisinin ilk bölümüne bakınız.]
Holmgren bu senaryoların enerji yoğunluğu ve organizasyonel kapasite itibariyle farklı ölçeklerde işlediğine işaret ediyor. Kahverengi Tekno ulusal ölçekte, Yeşil Tekno şehir ölçeğinde, Yeryüzü Bakıcılığı yerel topluluklarda ve Cankurtaranlar da hane ölçeğinde işleyebiliyor. Bu açıdan bunların iç içe yuvalandığı söylenebilir. Bu ilginç, zira bizim Otomatik Dünya’da tarif ettiğimiz insanoğlu ve doğal sistemlere fraktal bakışta içerilen iç içe yuvalanmış adaptasyon çemberlerine benziyor. Ölçek gerçekten de kritik bir etken. Holmgren’e göre bir ölçüde bütün bu senaryolar aynı anda ortaya çıkmakta ve farklı ölçeklerde işlemekte.
Bu çalışmasının ardından 2010’da yazdığı yeni makalesi Paraya karşı Fosil Yakıt: Dünyanın kontrol edilmesi savaşı adlı makalesinde, finans sistemini ve bunun enerji sektörüyle ilişkisini ele alıyor; bu olgu, geleceğin ne şekilde gerçekleşeceğine dair modellerde önemli ve sınırlayıcı bir ilave etken olarak ortaya çıkmakta. Bu yaklaşım yakınlarda Çöküşü Talep Etmek adlı güncellenmiş gelecek senaryoları yazısında birleştirilmiş. Holmgren yazısında, bizim burada Otomatik Dünya’daki (OD) çalışmalarımızdan, özellikle de küresel finans sistemine ve bunun bir küresel ekonomik darboğazı tetikleyeceğine dair öngörülerimizden etkilendiğini belirtmekte. Hal böyleyken, tartışmayı açmak üzere bir cevap yazmak bize uygun gözüktü.
Holmgren son yazısında, ilk başta kullanılabilir enerjide çok daha hızlı bir darboğaz oluşmasını, bunun da sera gazı salımlarında ciddi bir düşüşe yol açmasını öngördüğünü belirtiyor. Oysa bunun yerine, yeni alışılmadık fosil yakıt kaynakları devreye sokularak, arz şu an için aynı seviyede korunmakta; bu olgu da salımları daha da tırmandırmakta, çünkü bu yakıtların üretimi daha karbon yoğun. Holmgren, çok düşük enerji kârlılık oranları nedeniyle bu yeni fosil yakıtların Petrol Zirvesine bir yanıt olmadığını gayet iyi idrak etmekte. Bu duruma ek olarak, 2008’ten beri mali krizin reel ekonomilerdeki etkilerinden dolayı büyük tüketim ülkelerinde talep düşmekte; bu da enerji arzıyla ilgili kaygıları yumuşatan bir durum. Bu nedenlerle, enerji tedariğindeki ani düşüş yaşandığı takdirde öngörülen Yeryüzü Bakıcılığı ve Cankurtaranlar senaryolarına kıyasla, enerjide ılımlı bir düşüşe dayalı Yeşil Tekno ve Kahverengi Tekno senaryoları ona daha olası gözükmekte. Ancak, kırsal ekonomileri yeniden canlandıracak büyük bir yenilenebilir enerji patlamasını gerektiren Yeşil Tekno senaryosu için yeterli zaman kalmadığını düşünmekte. Ne de salımları azaltmaya, enerji kullanımını düşürmeye yönelik kolektif bir siyasi irade ortaya çıkacak gibi gözükmekte.
Sonuç olarak, Kahverengi Senaryonun en muhtemel seçenek olarak durduğunu ve daha şimdiden ortaya çıkmaya başladığını belirtiyor. Bizimle aynı doğrultuda, coğrafi, biyolojik enerjiyle ilgili ya da iklimsel sınırlardan ziyade, son derece karmaşık küresel finans sistemindeki alt üst oluşların kısa vadede geleceği şekillendireceği görüşünde. Finans sistemine yakından eğildikçe, dünyanın paraları giderek daha çok bankalara yatırıp, riskleri de çok büyük ölçekte halka yönlendirdiğini görmekte. Holmgren, bu koşulların bir iklim kaosuyla birleşmesiyle, yönetimlerin piyasa ekonomisinden bir kontrol ekonomisine geçerek ipleri tamamen ele alacağı tahmininde bulunuyor.
Finans, Enerji ve Karmaşıklık
Başta yakın tarihli değişimleri öncelikle mali çöküşün tetikleyeceği olmak üzere, bütün bu söylenenlerin çoğuyla hemfikirim. Sanal aktiflerin o kadar büyük bir kısmı borç senedi biçimindeki, çok ani ve yıkıcı bir dönüşüm yaşanabilir. Bu durum kısa süre zarfında tedarik zincirlerinde birbiri peşi sıra bir dizi etkiye yol açabilir. Bu hükümetleri kontrolü ele almaya zorlayabilir, ama aynı zamanda da bunu çok zor ve çok tatsız bir seçenek haline getirebilir. Bazı yerlerde kontrol zaferi kazanabilir, toz duman yatıştığında Kahverengi Teno tarzı bir sonuç oluşabilir; başka yerlerde de daha kaotik bir durum oluşarak Cankurtaran senaryosuna benzer durumlar ortaya çıkabilir. Aradaki fark tek başına enerji arzına bağlı olmayabilir, ama bazı yerlerde bu olgu belirleyici bir etken olarak ortaya çıkabilir.
OD’de biz yakın tarihte enerji sınırlarının muhtemelen ortaya çıkmayacağını, çünkü para sıkıntısının büyük bir finans krizinde sınırlayıcı etmen olacağını düşünmekteyiz. Şu dönemde, enerji arzı yavaş yavaş artarken, bunun çok daha artacağı illüzyonu yaşanırken ve enerji talebi düşerken, enerji baskı yaratan bir unsur olmaktan daha şimdiden çıkmış durumda. Nakit akışı azaldıkça ve gerek alım gücünün ortadan kalkması gerekse ekonomik hareketliliğin dibe vurması sonucu talep çok daha fazla düştükçe, bu durum daha da barizleşecek. Bolluk algısı fiyatları düşürür ve maliyetler giderek tırmandığından bu durum enerji endüstrisine ve onun yüksek ücret bağımlılığına ağır bir darbe indirecek. Fiyatlar düştükçe ve piyasa güvenliği ortadan kalktıkça, pahalı arzın büyük bölümü, özellikle de şu sıralar çözüm olarak her yerde önümüze sürülen yeni fosil yakıtların çoğu tedavülden kalkacak.
Fiyatlar muhtemelen üretim maliyetinden daha hızlı düşecek, kâr marjları böylece trajik boyutlarda daralacak. Para sınırlayıcı etken olarak kaldıkça, pek az kişi enerjinin geleceği için endişe duyabilir; ancak taleplerdeki hızlı düşüş yatırım noksanlığı nedeniyle uzun süreli bir arz çöküşüne yol açacak, aynı esnada mevcut altyapıdaki bozulma/eskimeleri gidermeye kimsenin gücü yetmeyecek, kredi mektubu çıkarılamadıkça ulaşım aksayacak, öfkeli halk ayağa kalkacak. Finans krizi kısa süreliğine baskıları azaltacak, ama enerji düşüşünü daha da harlandırma ve bu düşüşün etkilerini daha uzun bir vadeye yayma pahasına.
“Düşük enerji kârlılık oranlı” enerji kaynaklarından enerji üretmek kullanılabilir durumda muazzam miktarda anamalı sağlayabilen bir finans sistemini gerektirir; ve de, yüksek enerji kullanımına dayalı işlemlerin gerçekleşmesi için gereken ucuz geleneksel fosil yakıtların kolaylıkla elde edilmesine bağlıdır. Enerji itibariyle, “düşük enerji kârlılık oranlı” enerji kaynakları mevcut “yüksek enerji kârlılık oranlı” alışıldık fosil yakıt döneminin bir uzantısından başka bir şey değildir ve şu anki sosyoekonomik karmaşıklık düzeyinin devamlılığını bu sağlamaktadır. Finans sistemi bunun en karmaşık, dolayısıyla da en incinebilir tezahürlerinden biridir.
Finans sistemi geldiği çok belli darbeyi yediğinde, sosyoekonomik karmaşıklıkta kapsamlı bir azalmaya tanık olacağız; ancak bu düşüş dikey delme, derin yataklardan çıkarma ya da fotovoltaik güneş panelleri ve invertörleri üretmek gibi son derece karmaşık faaliyetlerin olanaklılığını ortadan kaldıracak. “Düşük enerji kârlılık oranlı” enerji kaynakları bunların üretilmesini sağlayacak bir sosyoekonmik karmaşıklık düzeyini kendi başlarına destekleyemez, bu yüzden de bunlar asla anlamlı bir enerji kaynağı olamaz.
“Düşük enerji kârlılık oranlı” enerji kaynaklarının gelişimi büyük ölçüde Ponzi dinamiklerine dayanır ve Ponzi şemaları kesin bir sona ulaşıyor gibi gözükmekte.
Enerji kârlılık oranı ve karmaşıklık açısından bakıldığında, bir Yeşil Tekno senaryosu giderek akla yakın olmaktan çıkmakta. Yeşil Tekno -yenilenebilir enerjileri yakalama ve bunu iş yapılabilmesine olanak tanıyan konsantre bir biçime sokma- altyapısını oluşturmak ve sürdürmek için fosil yakıt ekonomisine ve bunun için gereken sosyoekonomik karmaşıklığa ve de çalışabilmesini sağlayacak makinalara hayati şekilde bağımlıdır.
Yenilenebilir enerjiye dayalı bir gelecek kaçınılmaz gözüküyor, ama bu teknolojik bir gelecek olmayacak. Ya yeşil ya da tekno gelecek olacak, ama ikisi bir arada değil.