Bir Sayfa Seçin

yazan: hira d.

Gerek verdiğim kurslarda gerekse bulunduğum ortamlarda bazı soruların çok sık sorulduğunu fark ettim. Kendime göre, şimdiye dek Permakültürden ve deneyimlediklerimden kafamın bastığı kadarıyla bunlara şu cevapları veriyorum.

Elbette, bu cevaplar sadece beni bağlar ve son derece özet niteliğindedir.

  • Permakültüre Türkçe karşılık bulunamaz mıydı?

2009 yılında bunun üzerine çok konuşuldu. Çeşitli karşılıklar önerildi, ama hiçbiri tam içe sinmedi. Ayrıca bunun dünya çapında yaygın bir anlayış olmasından, oturmuş (ve sözlüklere geçmiş) bir kavram dolayı, Türkçeye bu şekilde geçirilmesine karar verildi.

  • Kurslar niye pahalı?

Bunun şimdiye dek başlıca nedenleri, eğitmenlerin yurtdışından gelmesi (yol, otel masrafları + hoca ücretlerinde yurtdışı raici) ve de eğitimi düzenleyen kişi ya da kurumların henüz bu süreçte yeni (kurulum aşamasında) olmalarından dolayı kurslardan maddi beklenti içinde olmalarıydı bence.

Eğitim verebilecek yetkinlikte kişiler artık çıkartabildiğimize göre; eğitmen ücreti, organizasyon için harcanan emek ve eğitim masraflarını karşılamaya, hatta sonraki eğitimlere açık kapı bırakmaya yetecek ve yine de makul kalabilen bütçelendirmeler yapmak artık pekala mümkün. Tabii Permakültürün gerçek ihtiyaç sahiplerinin hayatlarına girmesini istiyorsak.

Kendi adıma, bu bilgilerin mümkün olan herkese ulaşmasını çok kıymetli buluyorum. Örneğin; hali vakti yerinde kesime yönelik yapılan bir kursun ardından, buradan edinilen gelirin rahatlığıyla, yoksun ve yoksul bölgelere çok makul ücretlendirmelerle kurslar, atölyeler yapmak ve fırsat buldukça halka açık sunumlar yapmak tutarlı bir tavır olur gibi geliyor.

Kimi eğitmenlere ve kurs düzenleyicilerine göre ise, Türkiye’de kurslar pahalı değil, hatta fazla ucuz!

  • Anadolu tarımında insanlar zaten kendine yetiyordu, eski köye yeni adete ne gerek var?

Şimdilik çok kısaca; ortada olan gerçek şu ki; geleneksel tarım günümüzde yerini endüstriyel, monokültürel tarıma bırakmış durumda. Sonuç arazilerde çok ciddi bir verim kaybı, toprağın ve insanın sağlığını yok eden ilaç kullanımları, genel bir su krizi ve ekonomik adaletin kökten bozulmasıdır. Bunun alternatifi olarak sunulan “organik tarım” da endüstriyel ve monokültüreldir.

Geleneksel tarıma gelince; özellikle Karadeniz’in ve Toros’un bazı yayla köyleri hariç, çok sınırlı bir yeterlilikten bahsedilebilir, olsa olsa yetinme diyebiliriz. Bu yayla köylerinde de nüfusun 300, 400’leri aşmadığına dikkat çekmeli.

Dahası, geleneksel tarımın, hele ki tahıla dayalı tarımın sürdürülebilir olması hiç mümkün olmadı. Şimdiye dek köylerde bunun sürmüş olması, daha ziyade nüfusun çok düşük olması ve tarlaların 2-3 yıl boyunca nadasa bırakılması sayesinde gerçekleşti. Nüfus arttıkça, piyasa koşulları sertleştikçe ve nadasa bırakma olanağı ortadan kaldıkça, tahıl tarımının sürdürülemezliği ayan beyan ortaya çıktı.

Bin yıllardır Anadolu’nun doğal bitki örtüsünün kademe kademe yok edildiği, insan yerleşimleri arttıkça canlılığın aşama aşama ortadan kalktığı gerçeğini  unutmayalım.

Dolayısıyla, Permakültür yaklaşımına burada da ihtiyaç var.

Elbette, Permakültürcülere düşen de, bütün bu bilgi ve anlayışları Anadolu’nun diline çevirmek, buranın deneyimleriyle, kültürüyle, yaşam tazıyla yoğurmak ve de buradaki kadim bilgilere, deneyimlere ulaşmak olsa gerek.

  • P.kültür kendine yeterli, bütün ihtiyacını kendi içinde karşılayan sistemler yaratmak mıdır?

Tam değil. Biraz karışık bir konu; şöyle ki, hiçbir topluluğun, hele ki küçük toplulukların bütün ihtiyaçlarını kendi başlarına üretmesi söz konusu değildir. Permakültürün temel kavramlarından biri “karşılıklı bağımlılık”tır; topluluklar üretemedikleri ihtiyaçlarını diğer topluluklarla ilişkiye geçerek karşılar. Böylece ötekilerin varlığı benim için hayati öneme sahip olur; diğerleri beni tamamlar, bütünler.

Ekoloji birbirini tamamlayıcı ilişkilerden kuruludur; bunu insan topluluklarında da görmemek için hiçbir neden yok.

Permakültür tasarımında temel anlayış, kurulan sisteme yerleştirilecek unsurlar arasında karşılıklı birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya ve birbirlerinin çıktılarını kullanmaya yönelik ilişkiler kurmaktır. Bu, sistemin sürdürülebilirliğini sağlar. Kendine yeterlilik daha karmaşık bir konu olarak kalıyor; özellikle de günümüzdeki evrilmiş “ihtiyaç” anlayışı kökten değişmedikçe.

  • P.kültür bir küçük burjuva hareketi mi?

Türkiye’de böyle bir görünüm sunduğu kesin.

Mollison Permakültürü Afrika ve Asya’nın en ücra, en yoksun bölgelerinde uygulamaya başlamıştı. Alabildiğine yoksun durumdaki binlerce insanın hayatında çok somut değişiklere vesile olmuştu.

Permakültür yapısı gereği küçük burjuva yaşam tarzının bütün temel taşlarına ters düşüyor. Ama iş sonuçta bunun nasıl uygulanacağında. Permakültürcü müstakil evlerin bahçelerinde haftasonları toplanıp çaylar, kekler eşliğinde fide mi dikecek; yoksa gecekondu mahallelerinde insanlara birlikte kolay, pratik bostanlar yapmanın, çöpü dönüştürmenin yollarını mı paylaşacak? Onlara atık sularını değerlendirmenin yollarını mı gösterecek?

Cihangir’in Nişantaşı’nın organik sevdalılarına kurs vererek hayatını mı geçindirecek, yoksa kırsaldaki yoksul, kaybedecek bir şeyi olmayan üreticilere yol gösterip, onların ürettiği temiz, besleyici gıdayı gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaştırmanın yollarını mı yaratacak? Seçim bizlerin. Ve her ikisini de bir arada yapmak mümkün.

  • Yağmur hendekleri ve göletler açınca, diğer arazilerin ve yaban yaşamın yağmur hakkından çalmış olmuyor muyuz?

Bir kez sorulmuş olsa, önemsemezdim. Ama verdiğim kurslarda 3 kez soruldu bu soru. Önceleri cevaplıyordum, ama bunun tam bir masa başı zihin sorusu olduğunu gördükçe, cevaplamamaya başladım. Elle tutulur bir tarafı yok.

  • Permakültür tam da şehirden ayrılıp kırsala yerleşmek isteyen çiftlerin dertlerine deva mı?

Kötü haber, pek değil. Permakültür, temelde, bir ilişkiler kurma yaklaşımıdır. Yalıtık yaşamlarla değil, birbirini tamamlayan ilişki ağlarıyla ilgilidir. İnsanı da her zaman bir topluluğun parçası olarak görür; sağlıklı topluluklar kurma ve bu topluluklar arasında bağlantılar yaratma peşindedir.

Üstelik, iki kişilik bir kırsal hayat çok maliyetli, çok yorucu ve sıkıcıdır.

  • Kompost, malç, vb. nerden Permakültüre ait oluyor?

Permakültürde bahsi geçen yağmur hendeği, kompost, malç, gölet, gabyon gibi teknikler, yöntemlerin hiçbiri Permakültürün icadı değildir. Bunlar farklı coğrafyalar, iklimler ve ortamlarda yüzyıllardır denenegelmiş ve işe yaradığı görülmüş tekniklerdir. Permakültür bunları bütüncül bir tasarım anlayışının içine yedirmiştir.

Permakültürün “icadı” sayılabilecek tek şey, bütüncül tasarım anlayışıdır.

  • Permakültür ancak kurslarla mı öğrenilir?

Bence, hayır. Ama sadece kitaplardan, videolardan ve uygulama örneklerinden öğrenmek de zor. Bill Mollison bile, “Permakültürü ben yarattım ama hâlâ ne olduğunu tam kavrayamıyorum,” diyor. Bu; sırtını hem ekolojiye, hem geleneksel kültürlere, hem yenilikçi denemelere hem de örüntü anlayışına dayayan; son derece esnek, alabildiğine bütüncül düşünce biçimini deneyimli Permakültürcülere danışmadan, tek başına kavramak kolay değil.

  • Kompost solucanı nereden bulacağım?

Satın almadan ya da Permakültür camiasına sormadan önce, bu solucanların fotoğraflarını iyi inceledikten, özelliklerini anladıktan sonra, en yakın inek ya da keçi ağılına bakın, gübre yığınında kaynaşıyor olabilirler.

  • Benim kırsala yerleşecek durumum yok, çapayla, gübreyle de uğraşmak istemiyorum. Permakültürle ne işim olur ki?

Toprakla ilgili uygulamalar Permakültürün konularından sadece biridir. Şehirde de yapılabilecek çok şey var; herşeyden önce temiz, gerçek gıdaya yönelmek; tüketim alışkanlıklarını değiştirmek; zanaat öğrenmek; topluluk oluşturmak; alternatif ekonomi modellerini incelemek ve hayata geçirmek; takas ağları kurmak; yazmak, çizmek, anlatmak; tavuk üretim tesisleri gibi gizli saklı gıda üretim alanlarından görüntü sızdırmak; vb., vb. Liste uzatılabilir.

  • Kırsala yerleşmek istiyoruz ama buna paramız yetmiyor. Bu işler sadece kaymak tabakaya mı açık?

Özellikle Türkiye’nin batı bölgelerinde arazi fiyatları son birkaç yıldır katlanarak artmakta. Buna bir de inşaat, altyapı ve kurulum masrafları ve de gelir akışı sağlanana dek ilk birkaç yılı götürecek birikim de eklendiğinde, ortaya ciddi bir yekün çıkıyor.

Bunun çeşitli çözümleri mevcut:

–          Arazi bakarken deniz kenarlarından uzak durmak; güllük gülistanlık, “cennet gibi” yerler değil de, toprak iyileştirme ve ağaçlandırma üzerine çalışarak kötü durumdaki arazileri düşünmek.

–          Sadece Ege ve kuzeybatı Akdeniz’le kendini sınırlamamak; biraz daha içerilerde terk edilmiş pek çok köy var.

–          Vakti zamanında büyük araziler almış, ama bununla başa çıkamamış pek çok doğasever var, bunlarla ilişkiler kurmak, buralara yerleşmek.

–          Hazineden, ormandan uzun vadeli arazi kiralama seçeneklerini araştırmak.

–          Bina yapımında doğal mimarinin çok ucuza mal olan seçeneklerini araştırmak, bunu uygulayan yerlerde işi öğrenmek.

–          Şehirden çıkıp hemen arazi almak yerine, önce köylerde ev kiralayarak doğru bağlantılar kurmak, doğru yerlere ve fiyatlara ulaşmak.

–          Bu süreçte el becerilerini ve kullanılmış malzemelerden ihtiyaç karşılamayı öğrenmek. Hatta bu sürece şehirdeyken başlamak.

devam edecek..