Bir Sayfa Seçin

Yazan: Hira Doğrul

16.07.2020

Endüstriyel monokültür tarımın zararları giderek daha çok insan ve üretici tarafından anlaşılıyor. Değişik profilllerden pek çok üretici alternatif ya da geleneksel çiftçilik uygulama ve yaklaşımlarını araştırıyor, deniyor, öğrenmeye çalışıyor. Bu süreçte “organik”, “ekolojik”, “doğal” tarım, agroekoloji, permakültür, biyodinamik gibi yöntem, yaklaşım ve anlayışlar gündemimize girdi. Bu ekol ve yaklaşımlar çok uzun süreli deneme yanılmalar, kapsamlı saha gözlem ve incelemeleri, kültürel/tarihsel irdeleme ve yorumlamaların sonucu ortaya çıkmıştır. Oysa bunların hap hâline getirilmiş basit formülasyonlar ve internet yazıları, olmadı gidilen birkaç kurs üzerinden anlaşılmaya çalışıldığı görülüyor. Hâl böyleyken son günlerde sosyal medya üzerinden süregiden, tarafların kestirmeci yorumlarla birbirine celallendiği “organik mi ekolojik mi doğal mı?” tarzı tartışmalar (itişmeler) kaçınılmazlaşıyor.

Bu ekol ve yaklaşımların ortaklaştığı pek çok nokta bulunuyor ve elbette kimi noktalarda da köklü ayrışmalara sahipler. Ben bu yazıda bu ekol ve yaklaşımları karşılaştırmak yerine; yaşadığımız toprak kaybı, toprak ve çevre kirliliği, gıdalardaki besin değeri düşüklüğü, kötü beslenme ve genel gıda krizi ve adaletsizliği gibi durumlar karşısında toprakbilimciler ve ekolojistlerin toprak ve gıda üretimi konusunda uzlaştığı bilgileri biraz tanıtmak istedim. Bu bilgiler, seçtiğiniz yöntem ve bakış açısı ne olursa olsun, toprak kullanımı ve gıda üretiminde uymamız gereken bazı temel ilkeleri bize sunuyor.

Bu ilkeleri şu başlıklar altında toparladım:

> Toprağa organik madde yüklemesi ve toprakaltı canlılığının korunması

> Toprağa olabildiğince az müdahale, toprağı sürmeme

> Toprak yüzeyini çıplak bırakmama

> Monokültür değil karışık ekim

> Zehir kullanmama

> Atalık tohum kullanma

> Tarımsal faaliyetlerde bitki-hayvan iç içeliği

> Küçük ölçek / küçük çiftçilik

Toprağa organik madde yüklemesi ve toprakaltı canlılığının korunması

Toprağın bereketi* içinde barındırdığı organik hayat ile inorganik maddelerden gelir. Bitkiler yaşamsal faaliyetleri için ihtiyaç duydukları besini inorganik maddeler/elementler ile organik maddelerden temin eder. Temel organik besin kaynağı, toprak biliminin hâlâ tam olarak çözümleyemediği “humus”tur. Humus, en kısa ifadesiyle ayrıştırıcı (çürükçül) canlılar tarafından parçalanması artık çok yavaşlamış, içerdiği bitki ve hayvan dokuları artık tanımlanamaz hâle gelmiş organik madde birikimidir. Genel kabul toprağın %50 katı madde, %25 su ve %25 gazdan oluştuğu şeklindedir. Organik madde ideal koşullarda %5 civarındadır; %1 ila 2 az, %2-3 orta, %3-4 iyi ve >%4 yüksek kabul edilir. Tarım ve Orman Bakanlığının 2017 yaptırdığı kapsamlı bir araştırmaya göre ülkemiz topraklarının içerdiği organik madde ortalaması %1.4’tür.** Tarımsal faaliyetin en yoğun olduğu Akdeniz ve Marmara’da bu oran %1 civarında seyrederken, Ege’de ise genelde %1’in altındadır.

Gezegenimizde canlı yaşam, bilindiği gibi döngüler üzerine kuruludur; karbon, azot, fosfor, su döngüleri ve enerji (kalori) döngüsü bunların başlıcalarıdır. Canlılar yaşar, ölür, parçalanır/ayrışır ve diğer canlılara hayat verir. Topraktaki organik maddelerin kaynağı toprağa düşen her türlü bitki döküntüsü, hayvan dışkıları, ölen bitkiler ve hayvanlar, ayrıca aynı şekilde yeraltında çürüyen bitki kökleri, solucan, nematod, mantar, bakteri ve mikroorganizmalar gibi toprak altı canlılarının dışkıları, ölü bedenleri ve yarattıkları kimyasal süreçlerdir. Toprak üstü ve altındaki bu bitki ve hayvan dokuları önce sinek, karınca, vb hayvanlar tarafından parçalanmaya başlar; ardından ayrıştırıcılar, yani mantarlar, nematodlar, mikroorganizmalar devreye girer. Organik madde bu şekilde en ufak birimine dek parçalanarak yeniden besin döngüsüne dahil olur.

Humus adını verdiğimiz homojen ve stabil madde bitki beslenmesi ve toprağın sağlığında çok önemli bir unsurdur. Her şeyden önce bitkilerin ihtiyaç duyduğu her türlü organik besin maddesini bünyesinde tutar. Ayrıca gözenekli yapısı sayesinde hem muazzam bir karbon, azot ve iyon tutucudur hem de âdeta sünger görevi görerek suyun daha aşağı katmanlara süzülüp gitmeden bitki kökleri seviyesinde tutulmasını sağlar.

Mantar ve mikroorganizmalar sadece ayrıştırıcı özellikleriyle değil besin alımı açısından da hayati öneme sahiptir. Yakın zamana dek bitkilerin besinlerini köklerindeki kılcal kökler yoluyla kök çevresindeki çözeltiden bünyelerine çektikleri düşünülmekteydi. Son bulgular kökleri çevreleyen “rizosfer” bölgesindeki mantar ve mikroorganizmaların, ya bitki kökleriyle girdikleri değiş tokuşlar yoluyla (bitkiden şeker alıp karşılığında azot vermek gibi) ya da salgıladıkları kimyasallarla mevcut besin maddelerini köklerin alabileceği forma dönüştürerek bitki beslenmesinde hayati rol üstlendiklerini ortaya koyuyor. Dahası organik madde bolluğu ve çeşitliliğine bağlı olarak büyük bir çeşitlilik gösteren bu mikroorganizmalar hastalık üreten mikroplara karşı denge unsuru oluşturarak bitki sağlığı açısından hayati rol üstlenir.

Dolayısıyla çok zayıf durumdaki tarım arazilerimize düzenli ve çeşitlilik içerecek şekilde organik madde yüklemesi yapmamız ve topraktaki organik madde oranını hep belli bir seviye ve kalitede tutmamız gerekiyor. Bu basit “en az aldığın kadarını yerine koy” mantığı geleneksel çiftçilikte gayet bilinirdi. Bu yüzden araziler nadasa bırakılarak en az 1-2 yıl dinlendirilir, toprağa verilen hayvansal gübrenin yağmurlarla birlikte iyice emdirilmesi, otların çürüyüp toprağa karışması beklenirdi. Ekonomik dayatmalar nadası olanaksız hâle getirdiğinde en azından münavebeli (ekim nöbeti) sisteme geçilerek aynı araziye hep aynı ekinin ekilmesi, dolayısıyla da belli besin maddelerinin hızla tükenmesi önlenmeye çalışıldı. Günümüzdeyse hem araziler iyice küçüldüğü hem de çiftçiliğin kârlılığı kalmadığı için çiftçiler toprağı iliğine kemiğine dek sömürmek durumunda kalıyor. Besin yoksunluğunu ise nafile şekilde suni gübrelerle gidermeye çalışıyor.

Hangi tarım yöntemi ve yaklaşımını benimsersek benimseyelim, tarım arazimize yıl boyunca sıvı ve katı hâlde, çeşitlilik içerecek şekilde bitkisel malzemeler ve hayvan dışkılarından oluşan organik madde yüklemesi yapmamız en temel ilkemizdir. Her türlü ekin artığı ve hayvan gübresinin yanı sıra kompost çeşitleri, kompost çayları, mikorizal mantar ilaveleri, ot suları/solüsyonları, balık tozu, fermente hayvansal gübreler, biyokömür gibi yollarla çok çeşitli organik madde destekleri sağlanabilir. Yıl boyunca yapılacak yeşil gübreleme ve özellikle de azot bağlayan bitkiler ve ağaçlarla toprağı sürekli desteklemek hayati önemdedir. Dal öğütücü kullanılarak parçalanıp ekin alanına saçılacak budama talaşları da hem malç görevi görecek hem de uzun vadede çürüyerek toprağa karışacaktır. ***

Temel yaklaşımımızı bitkiyi beslemek değil toprağı beslemek üzerine kurmalıyız.

Toprağa olabildiğince az müdahale, toprağı sürmeme

Bildiğimiz kadarıyla tarımın eski dönemlerinden beri toprağın sürülmesi çok yaygın bir uygulamadır. Çiftçiler açısından bunun başlıca dayanakları toprağın “gevşetilmesi” ve veriminin yükseltilmesidir, yabani otlardan kurtulmak da elbette diğer meseledir. Gözle görünen budur: ekilen arazi sertleşmiş, su tutmaz hâldedir, gevşetmek gerekir; ayrıca toprağın alt üst edilmesi bir verim patlamasına yol açmaktadır. Arazi ekilmediği zamanlarda hemen yabani ot istilasına uğramaktadır. Durumu anlamak için gözle görünenin biraz ötesine geçmek gerekiyor.

Bir ormanlık ya da çayırlık arazi tarım yapmak üzere tamamen üzerindeki bitki örtüsünden (ve dolayısıyla o bitki örtüsünde yaşayan, bunlar yoluyla beslenen hayvanlardan) temizlendiğinde ilk birkaç yıl muazzam bir verim gösterir. Zira insan müdahalesinden önce toprağın dokusu düzenli organik madde döngüsü, toprakaltı canlılarının sürekli hareketi, bitki köklerinin alttaki yayılımı ve toprak yüzeyinin sürekli örtülü olması sayesinde gayet güzel havalanabilmekte, bitki köklerine yetecek suyu tutabilmekte, aşırı yağmur kaynaklı erozyonlara karşı korumalıdır. Toprak yüzeyinde katmanlaşmış dal, yaprak, vb yığınını aralayıp toprağı avucunuza aldığınızda, bu toprak siyaha çalan koyu renkte, hoş kokuludur, tüm çiftçilerin hemen tanıyacağı ideal dokudadır, teknik olarak gözenekli, geçirgendir; elbette ki coğrafyaya, iklime ve lokasyona göre değişmekle birlikte kum/kil/mil oranı takriben dengelidir. Toprağın altı katmanlar hâlinde canlılık barındırır; toprak yüzeyinden aşağıya doğru köstebek gibi iri türlerden solucanlara, nematod, protoza, artropod gibi mikro canlılardan mantarlara ve bakterilere çok çeşitli canlıların yaşam döngülerine evsahipliği eder. Birbirlerini yiyerek beslenen bu canlıların biyolojik ve kimyasal faaliyetleri toprağın bünyesini korur, besin içeriğini yüksek tutar. Bu toprak birkaç yıl içinde taşıdığı bereketi ekin olarak insana sunacaktır. Ancak toprağın besin döngüsünün kırılması bereketini zamanla düşürür, toprakaltı canlılık yavaş yavaş besinsiz kalır, toprak çıplak bırakıldığından yüzeyden başlayarak kurumaya, sertleşmeye, sıkışmaya başlar, bu da toprağın hava ve su alışverişinin bozulması demektir: toprak yavaş yavaş ölmektedir.

Toprağa gübre karıştırılarak sürüldüğünde toprağın alt katmanlarındaki havasız kalmış mikroorganizmalar yoğun şekilde faaliyete geçer, biyolojik ve kimyasal süreçlerde bir patlama yaşanır. Evet, o mevsimde büyük bir verimlilik artışı gözlenecektir; ancak toprak altındaki mikroorganizma faaliyetindeki bu ani yükseliş toprakta kalan son humus yığınlarının da hızla tüketilmesi ve ilerki yıllara toprak dokusunu koruyacak, besin maddelerini bünyesinde tutacak homojen humus katmanının kalmaması anlamına gelir. Üstten verilen besin maddeleri humus birikiminin yokluğunda tutulamayarak sulama ve yağmurlarla alt tabakalara akıp gidecektir. Her anlamda organik madde içeriği hızla azalır.

Toprağın alt üst edilmesi aynı zamanda bir yandan normalde her bir katmanında ayrı canlılık düzlemi ve ilişkilerinin yer aldığı katmanlı yapının bozulması, bir yandan da yüzeyin altında kalan katmanların kendine has biyolojik dokusunun güneş ışığına maruz kalarak bozulması demektir. Yukarda bahsettiğimiz gibi bitkilerin kök bölgeleri mikorizal mantarlarla kaplıdır, doğal koşullarda orman, çayır, vb alanlarda toprakaltının alabildiğine geniş mantar ağlarıyla kaplı olduğu anlaşılmıştır. Bu mikorizal mantarlar hem bitkilerin gelişimi, sağlığı hem toprak bünyesi ve kalitesi açısından büyük roller üstlenmenin yanı sıra, bitkilerin birbirlerinin durumundan haberdar olmasını sağlar. Her şeyden önce bitkinin su ve besin maddesi alımını büyük ölçüde kolaylaştırırlar. Salgıladıkları hümik bileşikler ve organik yapışkan maddelerle toprağı aggregatlar olarak bağlarlar. Hastalık getiren patojen organizmalara karşı bitkiyi korurlar. Toprağın sürülmesi ve alt üst edilmesi, oluşması yıllar süren bu mantar yapısı ve ağlarının bozulması, dolayısıyla da toprağın dokusu ve sağlığının bozulması demektir.

Toprağımızda hem organik maddeyi hem de bunların bitki tarafından alımını sağlayan mantar ve mikrorganizmaları bu şekilde öldürdüğümüzde, mecburen günümüzde bu eksiği NPK yani suda çözülebilen azot, potasyum ve fosfor mineralleri ile telafi etme yoluna girdik. Bu uygulama bir yandan bitkinin doğal beslenme alışkanlığını kötürümleştirmekte, âdeta yatakta seruma bağlanmış bir hastaya çevirmekte, bir yandan toprağın tuzlanmasına yol açarak uzun vadede bu ortamın mutlak çölleşmesine yol açmakta, bir yandan da bitkinin kullanımından fazla nitrat sürekli alt katmanlara, buradan da yeraltı sularına karışarak kirliliğe yol açmaktadır.

Yapılan pek çok araştırma erozyon ve çölleşmede başlıca etkenlerden birinin toprağın sürülmesi ve aşırı işlenmesi olduğunu ortaya koymakta. İncelemeler toprağın sürülmesinin toprak yüzeyinin yaklaşık 40 cm aşağısında çok sert, geçirgen olmayan tabakalaşmalar yarattığını, böylece besin, mineral ve su hareketlerinin engellendiğini ortaya koyuyor. Ayrıca toprağın genel nemliliğini güneşe maruz bırakarak kuruyor. Toprakta tutulan karbondioksitin olağan döngüsünden çok daha hızlı şekilde atmosfere karışmasına yol açıyor, küresel ısınmayı pekiştiriyor.

Topraklarımızı gevşetmemiz, havalandırmamız gerekmiyor; toprağı gerek içindeki irili ufaklı canlılar, özellikle de solucanlar gerekse bitki kökleri gayet güzel gevşetiyor, hava ve suyun girebileceği bir yapı sağlıyor. Organik maddeler ve humus bir yandan su tutulmasını ve havanın nüfus edebileceği gözenekli dokuyu oluştururken, bir yandan da bitkiler için kesintisiz bir besin içeriği sunuyor.

Toprağı sürmeden ve hatta işlemeden yapılan çok çeşitli zirai uygulamalar dünya çapında denenmekte. ABD’de kullanılan tarım arazilerinin yaklaşık %32’sinin sürülmeden değerlendirildiği devlet raporlarında belirtiliyor. Küçük ölçeklerde alternatif uygulamalar çok çeşitli ve daha kolay, ölçek büyüdükçe iş biraz daha çetrefilleşse de günümüzde dönümlerce arazide toprak sürmeden tarım yapılmakta.

Başlıca yaklaşımlar kalıcı ekin yatakları hazırlamak ya da geniş arazilere ekin dönemi haricinde sürekli yer örtücüler ekip bunları toprak yüzeyinde tutmak odağından ilerliyor. Kalıcı yataklar seçilen toprak parçasında çok çeşitli organik maddelerin katman katman yığılması ve üzerinin kalın bir malç tabakasıyla örtülmesi yoluyla hazırlanıyor. Bunun çok beğendiğim bir alternatifi Hugelkültür ya da Volkan Yalaz’ın bu yöntemi Türkiye koşullarına uyguladığı Çukurkültür uygulamasıdır.

Daha geniş arazilerde yetişme dönemleri birbirini takip edecek şekilde çok çeşitli yer örtücü bitkinin yıl boyunca ekilmesi, bunların biçilip parçalanarak toprak yüzeyinde bırakılması benimsenen temel yaklaşım. Bu çeşit çeşit bitkiler yeşil gübre olarak çürüyüp toprağı beslerken, bir yandan da sürekli örtülütutarak erozyon, kuruma, sertleşme gibi etkilerden koruyor. Dikkatli zamanlamayla yapılan elle tohumlama, örtüyü aralayıp fide dikme ya da özel makineler yoluyla yapılan tohumlama suretiyle istenen ekinler yetiştiriliyor.****

Ülkemizde “pulluksuz tarım” ya da “anıza ekim” gibi yaklaşımlar çeşitli yerlerde çiftçiler tarafından uygulanmaya başlandı. 80 bin dekardan fazla arazi bu şekilde ekilmekte, Gıda ve Tarım İl Müdürlükleri bu yönde tanıtımlar ve destekler vermeye başladı.

> devam edecek <

*dikkat edilirse, burada ticari bir zihniyete işaret eden, son derece yanıltıcı “verimlilik” kavramı yerine “bereket” kavramını kullandım

** Tarım ve Orman Bakanlığı Türkiye Topraklanının Verimlilik Raporu

*** Bunların yapılışı ve uygulama detayları ayrı bir yazıda ele alacağım. Şimdilik buraya, buraya, buraya ve buraya bakılabilir.

**** Bu uygulamaların ayrıntılarını başka bir yazıda anlatacağım. Şimdilik buraya, buraya ve Mehmet Karlı’nın Pullksuz Tarım adlı kitapçığına bakılabilir.