Bir Sayfa Seçin

Gezegenimizi soğutmak için yapabileceğimiz en iyi hamle tam da ayaklarımızın dibinde olabilir

yayın tarihi: 10 Eylül 2016 Cumartesi

Yazan: Jason Hickel (çeviri: İnci Tolunay)

İran’da, su kaynaklarının fazla kullanımdan dolayı çiftçiler tarafından terk edilmiş bir köyde kuraklıktan çatlamış topraklar.
Fotoğraf: Atta Kenare/AFP/Getty Images

 

Hava gün geçtikçe ısınıyor. Geçen son 14 ayın her biri küresel ısınma rekorunu kırdı. Artrik denizini kaplayan buz tabakasında yeni bir düşüş daha oldu ve normalden 525,000 mil kare daha küçüldü. Şurası açık ki bunu durdurmak için pek bir şey yapmıyoruz. [çevirenin notu: 2017 verileri için şuraya bakılabilir: http://nsidc.org/arcticseaicenews/]

Britanya’nın önde gelen iklim bilimcilerinden olan Prof. Kevin Anderson’a göre, küresel ısınmayı güvenli eşik olarak kabul edebileceğimiz 1,5 derecenin aşağısında tutma şansımızı çoktan kaçırdık.

Eğer üst tavan olarak görülen 2 derecenin altında kalmak istiyorsak hâlâ bir şansımız var. Ancak bu iş muazzam bir çaba gerektiriyor. Anderson ve meslektaşlarının tahminlerine göre, bu eşiğin altında kalabilmek için şimdiden başlayıp 2050’de “net sıfır” düzeyine ulaşana dek her yıl salımları %8 ila %10 arasında azaltmaya koyulmalıyız. Eğer bu yeterince zor gözükmediyse işin düğüm noktasını hatırlatalım: verimlilikte iyileştirmeler ve temiz enerji teknolojileri bize her yıl en fazla %4 kadar bir azaltma kazandıracak.

Nasıl bir farklılık yaratacağımız 21. yüzyılın en büyük sorularından biri. Ortalıkta pek çok öneri dolaşıyor. Bir tanesi enerji santrallerinden yayılan CO2′yi toplamak, sıvılaştırmak ve toprağın derinliklerinde bulunan odalarda saklamak. Bir diğeri büyük oranlarda CO2 emebilecek alg oluşumları yaratmak üzere okyanuslara demir saçmak. Diğerleriyse; güneş ışınlarının bir kısmının yönünü saptırmak üzere uzaya dev aynalar koymak veya insan yapımı bulutlar yaratmak üzere stratosfere aerosol pompalamak gibi farklı bir yaklaşım sergilemekte. Maalesef, bu önerilerin hepsinde oluşacak riskler çok tehlikeli veya henüz bu tür bir teknolojimiz yok.

Vattenfall güç istasyonundaki bu pompalar “Schwarze Pumpe” (“Black Pump”) 2009’daki CCS pilot projesinin parçasıydılar. Vattenfall, 2014 yılında giderler çok yüksek olduğu için projeyi durdurdu. Fotoğraf: Michael Urban/AFP/Getty Images

Bu bizleri zor durumda bırakıyor. Fakat, mühendisler büyük jeomühendislik projeleri yaratmaya çabalarken, çok daha basit ve daha az büyüleyici bir çözümü gözden kaçırıyor olabilirler. Toprakla yapılacak olanı.

Toprak, okyanuslardan sonra gezegendeki ikinci en büyük karbon deposudur. Dünyadaki tüm bitki ve ağaçlardan dört kat daha fazla karbon tutar. Ancak, ormanların yok edilmesi ve (toprağın yoğun şekilde sürülmesine, büyük alanlarda tek tip tarım yapılmasına, yoğun şekilde kimyasal gübreler ile ot ve böcek ilaçlarının kullanımına dayalı) endüstriyel tarım gibi insan faaliyetleri, içerdiği organik materyalleri öldürerek tmuazzam bir hızda toprağı yok etmektedir. Şu anda tarım topraklarının %40’ı “bozulmuş” veya “ciddi şekilde bozulmuş” olarak sınıflandırılmaktadır. Aslında, endüstriyel tarım topraklarımıza o kadar zarar verdi ki dünya tarım alanlarının üçte biri son 40 yıl içinde harap edilmiştir.

Toprak harap oldukça karbon tutma özelliğini de yitirdiğinden büyük miktarda CO2 bulutlarını atmosfere bırakmaktadır.

Tüm bunlara rağmen, bir çözüm mevcut. Dünya üzerindeki bilim insanları ve çiftçiler, yoğun endüstriyel tarım yapmak yerine daha ekolojik yöntemler kullanmaya doğru giderek bozulan toprağı tekrar canlandırabileceğimizi söylüyor. Bu ekolojik yöntemler sadece organik gübreleri kullanmayı değil, ayrıca toprağı sürmemeyi, kompost yapmayı ve ekin rotasyonu gibi yaklaşımları içeriyor. İşin güzel tarafı şu; toprak iyileştikçe CO2 tutma özelliğini yeniden kazanmanın yanı sıra, aktif bir şekilde atmosferden daha fazla CO2′yi de çekmeye başlayacak.

Bu konudaki bilimler çalışmalar heyecan verici. ABD Ulusal Bilim Akademisi (US National Academy of Sciences) tarafından yayınlanan yakın tarihli bir çalışmaya göre, onarıcı tarım küresel karbon salımının %3’ünü azaltabilir. Science dergisinde çıkan başka bir makale bu rakamın %15’e çıkabileceğini öne sürüyor. Pennsylvania’daki Rodale Institute’de yapılan (henüz bilim camiasınca gözden geçirilme aşamasındaki) çok yeni bir araştırmaya göre, bu oran %40’a kadar çıkabilir. Aynı rapora göre eğer bu iyileştirme tekniklerini dünyadaki meralara da uygularsak, küresel salımın %100’den fazlasını toprağa gömebiliriz. Diğer bir deyişle, onarıcı tarım gezegenimizi soğutmak için en iyi hamlemiz olabiliriz.

Uluslararası çiftçiler birliği La Via Campesina gibi onarıcı tarımı savunanlar, bulguların savunularını doğrulamasına rağmen, giderek zorlaşan bir mücadele veriyorlar. Endüstriyel gıda sistemini yöneten çok uluslu şirketler, tekel olmaktan kaynaklı güçlerini tehdit ettiği için bu çözüme muhalif bir tavır içerisinde. Bu güç, patentli kimyasal gübreler ve böcek/ot ilaçlarıyla bağlantılı tohumlara sırtını dayamakta. Kullandıkları yöntemlerin iklim değişikliğine yol açtığının farkındalar ancak bunun zorunlu bir olumsuzluk olduğu konusunda ısrarcılar. Dünyanın sürekli artan nüfusunu doyurmak istiyorsak başka bir seçeneğimiz olmadığını, yüksek verimliliği güvence altına almanın tek yolunun bu olduğunu öne sürmekteler.

Bilim insanları bu blöfü görüyor. Her şeyden once, dünyayı doyurmak daha yüksek verimlilikten ziyade adil dağılımla alâkalı. Halihazırda 10 milyar insana yetecek kadar gıda yetiştiriliyor. Günün sonunda, onarıcı tarımın toprağın bereketini sürekli pekiştirerek, kuraklık ve su taşkınlarına karşı dayanıklılığı yükselterek, gerçekte uzun vadede ekin verimliliğini artırdığı rahatlıkla öne sürülebilir. İklim değişikliği [günümüzde] tarımı daha zorlaştırırken, bu durum aslında gıda güvenliğini sağlamak için de en iyi seçenek olabilir.

Buradaki mücadele sadece iki yöntem arasında değil. Toprakla ilişki kurmamızın iki farklı biçimi arasında da. Bunlardan biri, bedelleri ne olursa olsun toprağı kâr getirecek bir nesne gibi görürken; diğeri, canlı sistemlerinin karşılıklı bağımlılığını görür, kabullenir, uyum ve denge ilkelerine saygı duyar.

Dr Mohd Ishak Syed Ahmad tarafından Malezya’da Malacca’da yönetilen organik çiftlikteki mısır sıraları Fotoğraf : Bazuki Muhammad/REUTERS

Günün sonunda, konu topraktan daha fazlasıdır, çok daha büyük bir şey hakkındadır.

Geçen sene Papa Francis’in piskoposlara gönderdiği ve kamuoyunda çok beğenilen genelgesinde, mevcut ekolojik krizin kültürel bir patalojinin işareti olduğunu belirtmiştir. “Kendimizi dünyanın sahibi ve efendileri gibi görmekteyiz, canımızın çektiğince onu yağmalama yetkisinin bize tanındığına inanıyoruz. Topraktaki, sudaki, havadaki ve diğer tüm yaşam formlarındaki aleni hastalık, kalplerimizde taşıdığımız şiddeti yansıtan belirtilerdir. Havasını soluduğumuz, sularından hayatın oluştuğu Dünya’daki toz zerrecikleri olduğumuzu unuttuk.”

Belki mühendislerimiz önemli olan noktayı kaçırıyor. Jeomühendislikteki sorun, bizi en başından itibaren bu sorun yumağına sokan mantıktan yola çıkması: toprağı zaptedilen, hükmedilen, tüketilecek bir şey olarak gören mantık. Ancak, iklim değişikliğinin çözümü insanoğlunun isteğine doğrultusunda canlı gezegenimizi en son projelere gore eğip bükmekten çıkmayacak. Bunun yerine, çözüm muhtemelen çok daha toprak ve yaşam kokulu bir yerde yatıyor; varlığımızın bağlı olduğu toprağı gözetmeye ve iyileştirmekte dayalı bir etikten geçiyor.

Tabii ki, onarıcı tarım iklim krizine kalıcı bir çözüm sunmuyor, toprak ancak belli miktarda karbon tutabilir. Bunun yanında, fosil yakıtları da hayatımızdan çıkarmak, en önemlisi de sınırsız şekilde katlamalı büyüme takıntımızdan kurtulmak ve maddesel ekonomizi küçülterek ekolojik döngülerle uyumlu hale geri döndürmek durumundayız. Fakat, onarıcı tarım hep birlikte hareket etmemiz için bize biraz zaman kazandırabilir.

Yazının aslı : https://www.theguardian.com/global-development-professionals-network/2016/sep/10/soil-our-best-shot-at-cooling-the-planet-might-be-right-under-our-feet