Bir Sayfa Seçin

BM, İklim Soykırımı Yolda Diyor. Durum Aslında Daha İç Karartıcı

David Wallace-Wells

10 Ekim 2018

Çeviri: Emre Rona

 

Paris iklim anlaşması bundan yalnızca iki yıl önce küresel bir tantana eşliğinde imzalandı. Kısa bir an için, dünyayı kurtaracak bir hareketin başlangıcı gibiydi. Fakat küresel ısınmayı iki santigrat derecelik sınırda sabitlemeyi amaçlayan bu uluslararası hedefin çarpıcı yetersizliği, tehlikeye karşı korunmasız çevreler tarafından neredeyse hemen anlaşıldı. Marshall Adaları’nın temsilcisi bu tanımı sertleştirerek, iki derecelik ısınmayı “soykırım” olarak tanımladı.

BM Uluslararası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) bu hafta içinde yayınladığı ürkütücü yeni rapor, yalnızca 1,5 derecelik ısınmanın bile 2 derecelik bir ısınmadan ne kadar daha iyi olduğunu irdeleyerek, bu suçlamayı tekrarladı. ‘Perçinledi’ demek daha doğru olabilir. Rapora göre, ısınma 1,5 dereceyi aştığında, ki güncel durum değişmediği sürece 2040 yılında aşacak, yüzlerce milyon can tehdit altında kalıyor. Neredeyse tüm mercan resifleri ölecek, yangınlar ve sıcak dalgaları tüm gezegeni her sene etkileyecek, kuraklık, seller ve sıcaklıklar arasındaki etkileşim nedeniyle dünyanın gıda güvenliği ciddi ölçüde sekteye uğrayacak. Bu ölçekte bir cefadan kaçınmak için, rapora göre, dünyanın ekonomisini, tarımını ve kültürünü öyle büyük bir şekilde değiştirmek gerekiyor ki, böyle bir değişimin “yazılı tarihte eşi benzeri” yok. New York Times, raporun önümüzdeki onyıllar için ‘büyük bir iklim krizi tehlikesi’ öngördüğünü ilan etti. Grist’ten Eric Holthaus, “medeniyet tehlike altında” diye yazdı.

Eğer bu cümleler sizi endişelendirdiyse, iyi olmuş, çünkü korkunçlar. Ama aslında durum daha da beter. Çünkü, bu yeni raporun kötü senaryosu, aslında en iyi senaryo. Hatta en iyi senaryonun da ötesinde. Soykırım düzeyinde bir ısınma, artık kaçınılmaz. Esas soru, durumun o noktadan sonra daha ne kadar kötüleşeceği.

Günümüzde ölçeklendirilmeleri pek mümkün olmadığı için en iyi ihtimalle endüstriyel bir günah çıkarma fantazisi olarak nitelenebilecek yeni dramatik karbon-emici teknolojiler devreye girmediği müddetçe, raporun bir iklim felaketi olarak tanımladığı iki santigrat derecelik sınırın altında kalınamayacak. Gezegen olarak izlediğimiz yol, bu yüzyılın sonunda dört derecelik bir artışa doğru gidiyor. IPCC, iki derecelik artışı bir iklim felaketinin sınırı olarak nitelemekte haklı. Dört derece ise, bunun iki katı daha kötü ve görünüşte gittiğimiz yer orası; IPCC’nin ne olursa olsun engellememiz gerekiyor dediği iki kat beter bir iklim cehennemi. Fakat bu raporun gerçek anlamı, ‘iklim değişikliği sandığınızdan da fena’ demek değil, çünkü konuyla ilgili araştırmaları takip eden kişiler bunda şaşırtıcı bir şey göremez. Raporun gerçek anlamı, ‘artık ödünüz patlayabilir’.

Bundan henüz bir yıl kadar önce iklim değişikliği hakkında kötü senaryoları irdeleyen bir kapak haberi hazırladığımda bazı bilim insanları için bu tür uyarılar afaroz sebebiydi, çünkü yalnızca ürkütücü olasılıklara odaklanan hikâyelerin, kamusal yükümlülüklere iklim değişikliğini inkâr etmek kadar zarar verdiğine inanılıyordu. Geçtiğimiz yıl içinde iklim araştırmalarında birkaç ürkütücü gelişme yaşandı: Kuzey Kutup gölleri ve don tabakası kaynaklı fazladan metan salınımı, ki bu ısınmayı hızlandırabilir; benzeri görülmemiş bir sıcak hava dalgası, kutup yangınları ve dünyanın iki büyük okyanusunda savrulan kasırgalar. Ne olursa olsun, ortak kanı aynı: çoğu bilim insanının, yüzlerce milyon insanı veya ‘medeniyet’ dediğimiz sosyal ve siyasi altyapının en azından bir kısmını olumsuz etkileyecek bir iklim değişikliği yaratmadan atlatabileceğimize inandığı ısınma miktarından iki kat fazla, yani dört derecelik bir artışa doğru gidiyoruz. Bu hafta değişmiş olan tek şey, bilim insanlarının sonunda panik düğmesine basmış olmaları.

Rakamlar o kadar küçük ki, bir ve iki derece veya iki ve dört derece arasındaki farkı önemsizleştirebiliyoruz. İnsan deneyimi ve hafızasının sınırları, bu eşikler hakkında kıyas yapmamıza imkan tanımıyor, fakat dünya savaşları ve kanserin yeniden nüksetmesi gibi konularda olduğu gibi, küresel ısınma için de bir derece bile artış yaşamak istemiyoruz.

İki dereceye ulaştığımızda, buz tabakalarının erimesi nedeniyle dünyanın düzinelerce büyük şehrini sular altında bırakacak bir yıkımın eşiğini aşacağız. Bu noktada, kişi başı küresel gayrı sarfi hasılanın %13 düşeceği öngörülüyor. Dört yüz milyon insan su kıtlığı çekecek ve kuzey enlemlerde bile her yaz binlerce kişi sıcaktan hayatını kaybedecek. Gezegenin ekvator kuşağında durum daha da kötü olacak. Nüfusu milyonları bulan birçok şehre sahip Hindistan’da sıcaklıklar o kadar yükselecek ki, her biri şimdikilerden beş kat uzun süren, 93 kat fazla insanı etkileyen, 32 kat daha sıcak hava dalgaları yaşanacak. Kaldı ki, bunlar elimizdeki en iyi senaryo doğrultusunda öngörülen rakamlar.

Üç dereceye ulaştığımız zaman, Avrupa’nın güneyi kalıcı bir kuraklığa gömülecek. Ortalama bir kuraklık dönemi Orta Amerika’da 19 ay, Karayipler’de 21 ay sürecek. Kuzey Afrika’daki rakam 60 ay, yani beş yıl. Her yıl yangınlardan etkilenen alanlar Akdeniz Bölgesi’nde iki katına, ABD’de altı katına çıkacak. Miami’den Jakarta’ya kadar şehirleri yutmaya başlamış olacak deniz seviyesi artışının ötesinde, yalnızca nehir taşkınları nedeniyle oluşan zarar Bangladeş’te 30, Hindistan’da 20, Birleşik Krallık’ta ise 60 katına çıkacak. Tüm bunlar yalnızca üç derecelik artış sebebiyle; tüm devletler imzaladıkları Paris anlaşmasının gereklerini yerine getirseydi bile, ki getirmiyorlar, iyimser bir tablo. Pratikte, çok etkili bir küresel teknolojik girişim ihtimalini göz ardı edersek, bu sonuçları gerçekçi bir yaklaşımın elverdiği kadar olumlu ve sağduyulu buluyorum.

Dört dereceye ulaştığımız zaman, yalnızca Latin Amerika’da yılda sekiz milyon dang humması vakası görülecek. Küresel tahıl hasılatı %50’ye kadar düşecek ve her sene gıda krizi yaşanacak. Küresel ekonomi %30’dan fazla küçülecek ve günümüzde yaşanan çatışmalar ile savaşlar en az iki katına çıkacak. Muhtemelen daha fazla.

Yenilenebilir enerji maliyetindeki ciddi düşüş, kömür kullanımını bitirmeye yönelik tüm dünyada yükselen ortak görüş gibi çeşitli gelişmeler sayesinde ısınma eğrisini aşağı doğru bükebileceğimizi düşünmemizi sağlayacak bazı nedenlere sahip olsak da, yeşil devrim ve güneş enerjisi fiyatları hakkında duyduklarınızı bir kenara bırakın çünkü küresel karbon salınımı artmaya devam ediyor.

Yukarıdakilerin hiçbiri yeni haber değil. Eldeki verilerin çoğu, aklımselim bilgileri özetleyen tek bir belgede bulunabilir. Aslında, IPCC raporundaki hiçbir şey yeni değil; ne bilimsel çevreler, ne iklim aktivistleri, ne de geçtiğimiz yıllarda ısınmayla ilgili araştırmalar yakından takip eden herhangi biri için. IPCC’nin yaptığı şey budur: yeni bulguları, hatta yeni bakış açıları bile sunmak değil, varolan karmakarışık araştırmalar silsilesini alıp, konunun güncel durumunu tartışma götürmez bir fikirbirliği değerlendirme raporuna dönüştürerek dünyanın karar alıcı mercilerine sunmaktır. Panel, neredeyse 1988 yılında toplanmaya başladığından beri, sorunun ele alınmasında fazlaca ihtiyatlı olmakla eleştiriliyor; yaradılışı gereği ihtiyatlı olan çok sayıda bilim insanı, üzerinde anlaşabilecekleri (ve karar alıcıların uygulanabilir bulmasını ümit ettikleri) tahminlere yoğunlaşıyorlar. Panel’in Wikipedia sayfasında bile, ‘raporların hükümsüzlüğü’ ve ‘IPCC’nin muhafazakâr yapısı’ gibi alt başlıklar var.

İşte bu nedenle, bu raporun endişeli hali göze çarpıyor; iklim değişikliği haberleri değiştiği için değil, kendi bulgularının sonuçlarını değerlendiren bilim çevrelerinin sonunda ihtiyatı elden bırakmaya başlamaları nedeniyle.

Bunun yanı sıra, sağolsunlar, karbon vergisini şimdikinden çok çok yukarıya çekmeyi teklif eden bir öneri de getirdiler; 1 ton karbon salınımı maliyetinin 2030 yılında 5.000$ olacağı şekilde bir öngörü sundular. Bunun, 2100 yılında 27.000$’a çıkabileceğini de ekleyerek. Dünyanın 42 büyük ekonomisinin ortalaması ise, günümüzde ton başına sadece 8$. İklim değişikliği ekonomik çalışmalarının yaratıcısı sayılabilecek Nobel ekonomi ödülü yeni sahibi William Nordhaus, ton başına 40$ vergiyi uygun görüyor, ki bu bizi büyük ihtimalle 3,5 santigrat derecelik ısınmaya götürecek. Bu acayip düzeyi de ‘ideal’ olarak değerlendiriyor.

Fakat karbon vergisi, eylemin kendisi değil, yalnızca kıvılcımı olabilir. İhtiyacımız olan eylemin ölçeği ve hızı ise birçoğumuz için hayal bile edilemez seviyede. IPCC raporu, bunu ‘eşi benzeri görülmemiş’ olarak adlandırıyor. Bazı aktivistler ise tüm insanlık tarihinde bir benzerini, ABD’nin 2. Dünya Savaşı için yapmış olduğu hazırlıkta görüyor ve dünyadaki tüm rakip milletlerin, milliyetçi hükümetlerin ve menfaatçi endüstrilerin, küresel ısınmayı varoluşsal bir tehlike olarak tanıyarak, istikrarlı ve müreffeh bir iklim hedeflemek üzere bir araya gelmesi için çağrı yapıyorlar.

Çünkü tehdit gerçekten de varoluşsal. 2. Dünya Savaşı benzetmesi ise abartılı değil. IPCC’nin ‘yıkım’ olarak nitelediği ısınma miktarını önlemek için dünyanın tüm enerji altyapısını tamamen yeniden oluşturmak, tarım uygulamaları ve beslenme düzenini tüm hatlarıyla yeniden ele alarak çiftçiliğin neden olduğu karbon salınımını tamamen yok etmek ve zengin Batı’da yaşayan bizlerin, en azından hayatlarımızı sürdürme şeklimizi yeniden oluşturacak kültürel değişimleri başlatmak gerekiyor. Ve tüm bunları yirmi, en fazla otuz yıl içinde yapmamız gerekiyor. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, New York şehrinin üç durağı kapsayan İkinci Bulvar metro hattının son aşaması bile 12 yılda tamamlandı. Proje, ilk kazma vurulduktan itibaren toplam 45 yıl sürdü.

Tüm bunlar, her şeyin sona erdiği ve yapılacak hiçbir şey kalmadığı anlamına gelmiyor. Isınmayı dört derecenin altında tutmak, aşmaktan daha iyi. Aynı şekilde üç derecenin altında tutmak daha da iyi ve iki dereceye ne kadar yaklaşırsak o kadar mucizevi olacak. Çünkü, iklim değişikliği ‘açık/kapalı’ şeklinde çalışmaz, yani belirli bir dereceye ulaştığında tüm gücüyle devreye girmez; sera gazı üretmeye devam ettiğimiz sürece giderek sertleşecek bir kuvvettir. Ne kadar devam ettiğimiz ise tamamen bize kalmış; IPCC raporunun yarattığı halk paniği çok faydalı bir siyasi baskı olabilir çünkü bu süreç siyaset alanında belirlenecektir.

Bunların yanı sıra, daha önce bahsettiğim olanaksız görünen alternatifler, yani karbon yakalayıp gömmek ve güneşe ilişkin gezegen mühendisliği de gündemde, fakat günümüzde bunlar uygulanabilirlikten henüz çok uzak ve teoride bile gerçekten korkutucu sakıncaları var. Gerekli teknoloji, önümüzdeki yıllarda ciddi ölçüde ucuzlasa ve verimli hâle gelse bile, bunları dünyanın her yerinde inşa ederek, her yerde karbon emen tesisler kurmak gerekecek. İnşaat süreci ise çok fazla zaman alacaktır, yani işe yarasalar bile harekete geçmek için fazla zamanımız yok.

Birkaç hafta önce, IPCC raporu ortaya çıktığında, daha önceki raporlarda emeği geçmiş, yerel iklim hazırlığı planlarında ciddi çalışmalar yürütmüş saygın bir bilim insanı ile sohbet ettik. New York, yükselen deniz seviyesinden korunmak için duvarlar ve setler inşa edecek midir diye sorduğumda, evet, Manhattan ne pahasına olursa olsun korunacaktır, dedi. Ama bunun gibi büyük altyapı çalışmaları çok uzun zaman alır, ortalama 30 yıl kadar. Hemen şimdi çalışmaya başlasak bile, Howard Sahili ve güney Queens, Brooklyn gibi bölgeleri kurtarmak için geç kalınmış olacak, diye ekledi. Yakında, göreceksiniz, şehir yönetimi buna uygun kararlar almaya başlayacak; o bölgelerde yeni altyapı çalışmaları bitecek ve zamanla kanalizasyon tamiri gibi gündelik bakım onarım çalışmaları da durunca, bölge sakinlerinin evlerini çocuklarına bırakamayacaklarının sinyalleri yavaş yavaş verilecek. New York’u korumak amacıyla inşa edilecek bir duvar ise, ancak New York Liman bölgesi hattını kapatacaktır, ki bu da tüm Long Island’ı tehlikeye açık bırakır.

Bu, yalnızca deniz seviyesinin tehlikesi ve yalnızca (çok zengin) bir metropol bölgesi. Dünya bundan çok daha büyük, ama iklim değişikliği de öyle. Aynı zamanda çok da hızlı. İnsanlığın atmosfere saldığı tüm karbonun yarısı, geçtiğimiz 25 yıl içinde oluştu. Yani Al Gore’un iklim değişikliği üzerine yazdığı ilk kitaptan sonra. Pazartesi günkü IPCC, ciddi bir adım gibi görünebilir ve öyle de. Ama benzerlerinden daha epeyce gelecek. Sahip olduğumuz azıcık zamanı israf etmeye devam ettiğimiz sürece, haberler daha iyiye gitmeyecek.

 

yazının orjinaline buradan ulaşılabilir.