Bir Sayfa Seçin

Enerji ve Permakültür – David Holmgren

http://www.energybulletin.net/node/832

Çeviri: İlknur Urkun (Bu çevirinin bir bölümü Zumbara Zaman Bankası aracılığıyla İsmet Özün’ün katkılarıyla yapılmıştır.)

Sürdürülebilirlik tartışmaları, yaşamı ve insanlığı destekleyen süreç ve sistemler hakkında derin bir kafa karışıklığı içinde bulunduğumuzu gösterdi. Ekonomistler ile karar vericilerin şimdiye kadar görmezden gelinen çevresel “kaynakları” hesaplarına dahil edebilmeleri için ellerindeki kavramsal araçların eksikliği acı verici derecede aşikâr. Zarar, fayda ve sürdürülebilirlik gibi karmaşık sorulara verilecek basit cevaplar yok. Ancak, çevremize olan bağımlılığımızı ölçmek ve şu an ve gelecekteki eylemlerimiz hakkında doğru kararlar verebilmek için kullanabileceğimiz doğal bir birim var.

Bu birim enerjidir.

Enerji Yasaları

Tüm doğal süreçleri yöneten enerji yasaları iyi anlaşılmış ve 20. yüzyıl boyunca yaşanan hiçbir bilimsel devrim tarafından sorgulanmamıştır. Bunlar termodinamiğin birinci ve ikinci yasaları olarak adlandırılır.

1. Yasa: enerjinin korunumu yasası. Enerji ne yaratılır ne de yok edilir. Sisteme giren enerji ya depolanmış ya da dışarı kaçmış olarak hesaba katılmalıdır.

2. Yasa: enerjinin bozunumu yasası. Bütün süreçlerde enerjinin bir kısmı çalışma kabiliyetini yitirir ve kalitesini kaybeder. Potansiyel enerjinin harcanma ve azalma eğilimi entropi olarak tanımlanır ve entropi gerçek süreçlerde sürekli artan düzensizliğin ölçüsüdür.

Bu yasalar her fen dersinde öğretilir ama, parçalanmış toplum ve kültürümüzde tipik olan bir  biçimde, ekonomik yaşamımız ve doğal çevre ile ilişkimizi düzenlerken tamamen gözardı edilirler. Termodinamiğin yasaları genellikle doğru ama pek işe yaramayan kuramsal fikirler olarak görülür. İkinci yasa modern ilerleme mefhumuna karşı her zaman ciddi bir tehdit olagelmiştir. Daha geleneksel ve ilkel dünya görüşleri ise ikinci yasaya uyumludur. Mesela antik Yunan’a ait “evrenin zamanın geçmesi ile kullanılıp biteceği” fikri modern düşünceye göre fazlasıyla karamsardır.

Son 20 yıl boyunca ekolojistlerin ve bazı ekonomistlerin çalışmaları küresel çevre krizini anlamak ve insan yaşamı için daha uygun ve daha sağlam bir temel yaratmaya yönelik kavramsal araçlar geliştirmek amacıyla enerji yasalarını daha pratik şekilde kullanmaya çalıştı. Ekolojist Howard Odum’un çalışmaları permakültür kavramının geliştirilmesi için büyük önem taşıyan bir kuramsal çerçeve ve kavramsal araç sundu. 1970’lerde bu alandaki çalışmalar çoğalmıştı ki 1980’lerde petrol fiyatları ile birlikte bunlar da düşüşe geçti. Odum insan-çevre etkileşimi çalışmalarına bir sistem yaklaşımı geliştirmiş öncü bir ekolojistti. Doğal ve yapay eleman ve süreçlerin tümünü niceleyen ve karşılaştıran bir birim olarak enerjiyi kullandı.

Odum’un ekosistem yaklaşımı:

* ekosistemin elemanlarını ve süreçlerini enerji akışı, depolanması, dönüşümü, geribeslemesi ve batışı bakımından inceler,
* doğal çevrenin yaşayan ve yaşamayan elemanlarını hesaba katar,
* ve insan sistemleri ve ekonomilerini doğal çevrenin içsel bir parçası olarak kabul eder.

Enerji Kalitesi ve Oluşum Enerjisi

Termodinamiğin ikinci yasası enerji kalitesi kavramına dayanır. Yıldız hareketlerinden yaşam sistemlerine kadar tüm doğa incelendiğinde farklı enerji formlarının iş ve işlem kapasitelerinin de farklı olduğu görülür. Tüm enerji biçimleri ısıya çevrilebildiğine göre, enerji şöyle tanımlanabilir: tüm süreçlerin içinden geçen ve ortaya çıkan ısı ile ölçülen (ısı enerjisinin ölçü birimi kaloridir) bir niceliktir. Yayılmış ısı enerjinin en ince biçimidir; artık iş göremez.

Tüm gerçek süreçler enerji kalitesinde net bir azalmaya yol açar. Ancak, toplam enerji akışının bir bölümü başka süreçlerde kullanılabilecek daha yoğun enerji biçimlerine yükseltilebilir. Bu düzen yaratımı başta yaşam olmak üzere nadir mineral cevherler gibi cansızları ve yapılı çevre, kültür ve bilgi gibi insan yapımı sistemleri de içeren çok önemli sonuçlar doğurur. Ancak bu düzen her zaman net enerji azalması pahasınadır. Gaianın (yaşayan yeryüzünün) tüm evrimi güneşin termonükleer süreçleri sırasındaki çok büyük enerji kayıplarından kaynaklanan düzenin küçük bir bölümüdür.

Düşük kaliteden yüksek kaliteye doğru değişen dört enerji biçimi arasında termodinamik olarak belirlenmiş ilişkiler vardır. Farklı kalitedeki enerjiler arasındaki bu ve benzeri ilişkiler doğanın ve insan varlığının enerji altyapısını doğru anlamanın temelidir. Güneş ışığının oduna (fotosentez aracılığıyla) dönüşümünün verimliliği 8:8000 ya da % 0.1 dir. Bu sürecin açıkça verimsiz oluşunun nedeni yeryüzüne düşen zayıf güneş ışığının kalitesinin çok düşük olmasıdır. Ama 3,800 milyon yıllık evrim bu enerji hasadı sürecini optimize etmiştir ve sıkça ortaya atılan iddiaların tersine bu konuda teknolojik bir “iyileştirme” oldukça olasılık dışıdır.

Karmaşık işler için birçok çeşit kaliteli enerji gerekir. Bir sürecin enerji ihtiyacını genellikle yakıt olarak düşünür ve insan emeğini ve malzemelerin katkısını göz ardı ederiz. Halbuki bunlar genellikle yakıtlardan daha fazla enerjiye sahiptir.

Çalışmakta olan bir motorlu araçta yakıt, kullanılan toplam enerjinin yaklaşık %60’ıdır. Odum bunu şöyle açıklamaktadır…”Örneğin eğitim faaliyetleri gibi süreçleri destekleyen uzun iş zincirlerinde kullanılan enerji miktarı çok büyüktür. Bir ürün için gerekli olan enerjinin tümüne oluşum enerjisi denir. Bir kitabın oluşum enerjisi onun yakılmasından elde edilecek ısıya kıyasla çok büyüktür. Enerji muhasebesini netleştirmek için oluşum enerjisi güneş ya da kömür gibi bir enerji biçiminin kalorisi cinsinden ifade edilmelidir.”

Yetkin olduğu söylenen kişiler tarafından yürütülen ve karar vericiler tarafından ciddiye alınan birçok çalışma düşük kaliteli enerjinin bir kalorisi ile yüksek kaliteli enerjinin bir kalorisinin aynı işi göremediği basit gerçeğini hesaba katmayı başaramamıştır. Dolayısıyla sık sık tamamen yanlış sonuçlara ulaşılır. Bu tür sorunlar hem yüksek hem düşük teknolojik çözümleri etkiler. Aslında insanların kullanabileceği türde enerjiyi üretttiğinden daha fazla kullanan ve/ya kaybeden enerji “kaynakları”nın en iyi örneği muhtemelen nükleer güçtür.  Güneş, rüzgar ve biyoyakıt teknolojileri zaten oluşmuş enerjilerin kullanımı için uygun olmakla beraber, fosil yakıt desteği olmaksızın yüksek enerjili endüstriyel kültürü devam ettiremezler.

Bilgisayar teknolojileri de benzer şekilde zaten mevcut olan üretim ve ağ kapasitesine uygun olabilir ama aslında çok yüksek oluşum enerjisi dolayısıyla enerji yönünden çok pahalıdır.

Odum’un Çalışmalarının Önemi

İnsan ve Doğa için Enerjinin Temelleri, Odum’un çalışmaları hakında asgari matematik ve fen bilgisine sahip lise ve üniversite öğrencilerine hitaben yazılmış kolay okunabilir bir metindir. Her permakültürcünün okuması ve anlaması gereken önemli bir kitaptır. Bu konu anlaşılmadığında, şimdi ve gelecek insan ihtiyaçları için kullanılabilecek enerji depoları üretmek yerine bunları tüketecek arazi kullanımı sistemleri, teknolojiler ve yaşam tarzları geliştirme ve önerme yanlışına düşülmesi kolaydır.

Bu kitap yerel ve küresel ölçekten, teknoloji, çevresel etki ve sosyal ve ekonomik süreçlerden yola çıkarak doğal sistemler hakkında bilgi edinilmesinin yolunu sunar.

Enerji muhasebesi ve sistem şemaları doğanın kurallarıyla daha uyumlu düşünmek ve kararlar vermek için eşsiz araçlardır.

Odum’un çalışmaları ahlaki emirlere başvurmasak bile bu kurallardan kaçınmanın neden ve nasıl imkansız olduğunu gösterir. Yüksek enerjiye dayalı endüstriyel toplumun fosil yakıt bolluğu karşısında oldukça doğal bir tepki olduğu, ancak her yönüyle düşük enerjili bir geleceğe hazır olmadığı ortaya konur.

Tarım ve Ormancılık

Odum’un çalışmalarının permakültüre sunduğu en önemli katkı güneş enerjisi ve türevlerinin elimizdeki tek sürdürülebilir yaşam kaynağı olduğudur. Elimizdeki birincil (ve kendini sürdürülebilme potansiyeline sahip) güneş enerjisi hasat sistemleri ormancılık ve tarımdır. Teknolojik gelişme bu basit gerçeği değiştirmeyecektir.

İnsanların ihtiyaçlarını karşılarken doğal sistemlerin güneş enerjisi hasat kapasitesine yaklaşan arazi kullanım sistemleri tasarlanması mümkün olmalı. Bu permakültür kavramının orijinal önermesiydi. Eldeki güneş enerjisi üretkenliğin önüne bazı engeller koyabilse de esasında üretkenliği sınırlayan diğer etmenlerdir.

Azami Güç İlkesi

Termodinamiğin iki yasası yanında Odum’un çalışmaları üçüncü bir ilkeye dayanır. Azami Güç İlkesine göre en çok enerjiyi alan ve bunu en etkili şekilde kullanan sistem diğer sistemlerle rekabette kazanır.

Odum’a göre “diğer seçeneklerle rekabette hayatta kalmayı başaran sistemler, daha fazla güç (enerji akışı) girişine sahip ve yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için bunu kullanan sitemlerdir.” Bunu şöyle başarırlar —

1. yüksek kaliteli enerjileri depolayarak

2. enerji girişini arttırmak için depolanan enerjiyi kullanarak

3. ihtiyaç duyulduğunda malzemeleri geri dönüştürerek

4. sistemi uyumlu ve istikrarlı halde tutan kontrol mekanizmaları organize ederek

5. özel enerji ihtiyaçları için diğer sistemlerle değiş tokuş yaparak, ve

6. tercih edilen koşulları korumak için çevresindeki sistemlere yararlı işler yaparak; örn. mikro organizmaların küresel iklim düzenlemelerine katkısı ya da dağlardaki ormanların yağışlara katkısı.

Azami güç ilkesi tartışmalı bir konudur ve bu yüzden Odum’un çalışmaları bazıları tarafından insani değerlere yer vermeyen bir biyofiziksel nedenselcilik olarak eleştirilmektedir.  Bu sistem bakışı dünyayı anlama yollarından sadece biriyken, başarılı doğal sistemlerin son iki özelliği işbirlikçi yaklaşımlar ve daha yüksek insani değerler için geniş bir alan bırakmıştır. Odum’un son 20 yılda dünyada yaşanan kaotik değişiklikleri değerlendirme yönteminin öngörü gücü bunun faydalı bir düşünce biçimi olduğunu göstermektedir. Bu noktaları sürdürülebilir sistemler için bir kontrol listesi olarak permakültürde kullanmalıyız.

Mollison

Odum’un çalışmaları permakültürün kalıcı bir kültürün temeli olarak doğal sistemlerin sürdürülebilir şekilde kullanılması kaygısını desteklese de, permakültür hareketi içinde pek de kabul görmemiştir (ve başka bir Amerikan ekolojist olan Eugene Odum’un çalışmaları ile karıştırılmıştır).

“Permakültür: Bir Tasarımcı Kılavuzu”nda Mollison Odum’a sadece kısaca değinir ve “entropi kavramı ilişkide ve koparılamaz parçası olduğumuz canlı ve açık yeryüzü sistemlerinde her zaman uygulanamayabilir” iddiasında bulunur. Bu ifade, yanlış bir şekilde, tüm sorunlarımızı tasarım aracılığıyla çözebiliriz diye ve doğal sistemler zengin toplumların alışkın olduğu “açık büfe” anlayışını aynen sürdürebilir diye anlaşılabilir.

Küresel bir endüstriyel kültür ve ekonomi yaratmak için milyonlarca yıl değerinde güneş ışığını (fosil yakıtları) son birkaç yüzyıl içinde topraktan çıkardık. Hayal edebileceğimiz en üretken sürdürülebilir sistemler belki beş ya da hatta on milyar insanın ihtiyaçlarını karşılayabilir. Ancak tüm alışılagelmiş enerji tasarruf stratejileri uygulansa dahi asla büyük kentleri, küresel bir ekonomiyi ve Batının maddi zenginliğini destekleyemez. Bu maddi ilerleme mefhumu ile yetiştirilmiş Batılılar için acı bir reçete. Ama bu Lovins ve diğer enerji iyimserlerinin yıllarca savunduğu ve uygulamaya konulan enerji tasarruf stratejilerinin önemli olmadığı anlamına gelmez. Tersine, elimizdekinden en iyi şekilde yararlanmak için çok önemliler.

Sürdürülebilir olmayan fosil yakıta dayalı bir ekonomiden güneşe dayalı (tarım ve ormancılık) ekonomiye geçiş için endüstriyel kültürden aldığımız oluşum enerjisinin kullanılması gerekir. Bu oluşum enerjisi “güneş” ekonomisi için en uygun olmayan biçimlerde çok çeşitli şeylerde, altyapıda, kültürel süreçlerde ve fikirlerde tutulmuş durumdadır. Bu büyük servetin tekrar biçimlendirilmesi ve sürdürülebilir sistemlerin geliştirilmesi için kullanılması çağımızın görevidir.

Mollison bu görev sırasında göz önünde bulundurmamız gereken üç ilkeden kısaca söz eder.

* Kurduğumuz sistemler mümkün olduğunca dayanıklı olmalı ve asgari bakım gerektirmelidir.
* Güneşden güç alan bu sistemler sadece kendi ihtiyaçlarını değil kendilerini yaratan ve kontrol eden insanların da ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Dolayısıyla sürdürülebilirlikleri hem kendilerinin hem de kendilerini kuranların sürüdürülmesiyle mümkündür.
* Sistemler ömürleri içinde kurulum ya da bakımları için gereken enerjiden fazlasını biriktiriyor ya da tasarruf ediyorsa bunların kurulumunda yenilenebilir olmayan enerji kaynakları kullanabiliriz.

Bunlar çok önemli noktalar ancak bunları, özellikle de çok çetrefilli olan yenilenebilir olmayan enerjilerin kullanımı konusunu uygulayıp uygulayamadığımızı nerden bileceğiz?

Ben daha detaylı fayda ve zarar hesaplarından önce, her arazi kullanım sistemi için bir sürdürülebilirlik testi olarak aşağıdaki (Odum’dan edinilmiş) perspektifleri  kullanıyorum.

Yeryüzündeki tüm ekosistemler, yükseltilmiş su toplama havzalarında kendini açıkça ortaya koyan ve giderek azalma eğilimi gösteren fiziksel ve kimyasal enerji potansiyeli üzerindeki yerçekiminin kaçınılmaz etkisini yavaşlatmaya çalışmalıdır.

Sonunda herşey (kıyı rüzgarları, göç eden balıklar ve kuşlar gibi az sayıda ama önemli istisnalar hariç) bir sonraki yükselişten önce okyanuslara ulaşır. Su ve besinler temel kimyasal enerji potansiyelleri ve arazi yapısının kendisi fiziksel enerji potansiyelinin temel sonucudur. Toprak humusu ve uzun ömürlü ağaçlar yerçekimine karşı sonsuz mücadelede ekosistemlerin kullandığı temel enerji depolarıdır.

Holmgren’in Sürdürülebilirlik Testi

Sistem su ve besinleri kendi havzası içinde mümkün olduğu kadar yüksekte yakalayacak ve depolayacak biçimde çalışıyor mu?

Sistemin performansı bakir doğal sistemlerin yanı sıra yabani ve doğal olarak kendini yenilemiş (ayrık otları dahil) doğal sistemlere kıyasla nasıl?

Yönetilen üretken peyzajların bakîr sistemlere kıyasla daha etkin bir şekilde enerji toplaması ve depolaması dışsal ve genellikle yenilenebilir olmayan enerjilerin dikktlice kullanılması ile mümkündür.

İyi yönetilen peyzajlarda yüzlerce yıl kullanılabilecek iyi tasarlanmış barajların inşaası için buldozerlerin kullanılması yenilenebilir olmayan enerjilerin uygun kullanımı için harika bir örnektir. Bu koşulu sağlamayan yapı ve süreçler bile (muhtemelen rüzgar türbinleri) daha büyük miktarda yenilenebilir olmayan enerji kullanılmasını önledikleri ya da tesiste ya da techizatta zaten mevcut olan oluşum enerjisini en iyi şekilde kullandığı için meşru görülebilir.

Yönetilen kırsal peyzajımızın büyük bölümü su ve besin testinden kötü not alır. Erozyon, tuzlanma, asidifikasyon ve akarsu ve yeraltı suyunda besin kirlenmesi semptomlardan bazılarıdır. Ayrıca yenilenebilir olmayan enerjilerin geliştirme girdisi olarak değil de yıllık olarak kullanılması genellikle çok yaygındır. (Suni gübrelerin oluşum enerjisi aşırı yüksektir).

Yabani Üretkenlik

Diğer taraftan, yönetilmeyen sistemlerde gözümüzün önündeki inanılmaz üretkenliğe bir bakın. Avusturalya kırsalının birçok yerinde daha fazla kanguru ve koyun araziye daha az zararla beslebiliyor. Bu sürüler bir taraftan sağlıklı ve yabani popülasyonlarını koruyarak büyük miktarda et üretimi sunabilirler.

Su ve besinlerin yakalanması ve tutulması konusunda ormanlar sürdürülebilir mera sistemlerine göre çok daha etkilidir. Avusturalya kıyılarının bol yağışlı bölgelerinde yerli (ve bazen egzotik) tür ormanları tüm planlı ağaçlandırma çalışmalarının toplamından daha yüksek bir hızla gelecek kereste kaynakları yaratıyor. Basit  seyreltme çalışmalarıyla bu ormanların gelecek kaynak değeri oldukça arttırılabilir. Toprak ve suyun değerini yükseltebilecek, geliştirme ya da bakım için çok az ya da hiç fosil yakıt gerektirmeyen ve büyük ölçüde insan emeği ve becerisi ile ürün verebilecek sistemler elimizdeki en önemli şans olarak görülmelidir.

Kentsel Peyzaj

Kentsel sistemler enerji, toprak ve su değerleri bakımından gerçekten çok büyük net kayıplara yol açar. Ayrıca kentlerdeki enerji dönüşümü süreçlerinin fiziksel ve bilgi çıktılarının büyüklüğü, sürdürülebilir bir geleceğin sosyal ve ekolojik temellerini göz ardı eder (örn. reklamcılık ve tüketim kültürü).

Diğer taraftan, uçsuz bucaksız banliyö peyzajını düşünün. Mevcut banliyölerin enerji tasarruflu bir gelecek için uygun olmadıkları hakkında çok şey söylenmiştir. Ancak, çok az sayıda şehir plancısı kentleri sadece enerji tasarruflu değil düşük (güneş) enerjili bir geleceğe nasıl uyarlayacağımız üzerine düşünmüştür. Tüm dezavantajlarına rağmen, banliyölerin düşük yoğunluklu doğası onları parçacıl olarak düşük enerjili bir geleceğe uyarlanabilir yapmaktadır. Konut ve ticari yapılarda pasif güneş enerjisi retrofitleri oldukça kolay yapılabilirken yoğun bahçe tarımı ya da kentsel ormancılık sayesinde atık ve yağmur sularını kullanarak en üretken sistemleri kurabiliriz.

Üretkenliğin Sınırları

Mollison ne emek ne de sermaye (enerji ve malzeme) yoğun olmayan permakültür sistemlerinin çok yüksek üretkenliğe sahip olduğunu iddia eder. Bu üretkenlik permakültürün etkileşimli tasarım süreçleri ve küresel genetik kaynakların entegrasyonu dolayısıyla bilgi yoğun oluşuna atfedilebilir. İnsani ve biyolojik bilgiye odaklanmak bilgi sistemlerinin (her ne kadar burada bahsedilen bilgi biyolojik bölgelerde tür toplama ve de sepeti ile budama makasıyla bir tasarımcı/bahçıvan biçimine girse de) gittikçe merkezileşen doğasının daha yaygın olarak anlaşılmasının sonucudur.

Sürdürülebilir sistemler kurmak için sermaye girdileri kısa ve yoğun bir geliştirme aşamasıyla sınırlandırılabilir. İnsan emeğine ise, bu emek dikkatli ve sessiz bir bekçiliğe indirgenene (daha doğrusu evrilene) kadar daha uzun bir süre, muhtemelen bir ömür boyu ihtiyaç duyulur.

Mollison ve diğerleri permakültürün düşük emek ihtiyacı hakkında çok şey söylerler. Neredeyse insan kapasitesinin sınırlarını zorlayan geleneksel sürdürülebilir sistemlerle (örneğin Çin’dekiler gibi) kıyaslandığında bu doğru olabilir. Ancak permakültür sistemleri asla çok düşük emek girdisi (örneğin yerli bitkilerden oluşan iyi tasarlanmış bir süs bahçesi için gerektiği emek) ile çok yüksek üretkenliğe ulaşamazlar. İnsanın alınterini sürekli azaltmaya yönelik sistemler arayışı sonunda insanın yabancılaşması ve teknoloji saplantısına varır.

Tasarım becerileri ve genetik kaynakların kullanılmasıyla elde edilebilecek ciddi kazançların,

* kurulum sırasında yenilenebilir olmayan enerjilerin kullanılması ve
* uygun geleneksel tarımsal becerilerin kullanılması

ile mümkün olan üretkenliği aşabildiği henüz görülmemiştir.

Odum’a göre tüm bilgi sistemleri yüksek oluşum enerjisine sahiptir. Sürdürülebilir sistemlerin üretkenliğinin (en azından maddi düzeyde) geçmiş geleneksel örneklerden çok da farklı olmayacağını varsaymalıyız. Maddi ilerleme ve insanın yenilmezliği mitleri ile yetiştirilmiş olan bizler için bu farkındalık oldukça rahatsız edici olabilir.

Enerji Senaryoları

Azami Güç İlkesine göre, (biyoteknolojik hayallerin iyimser/korkunç bir şekilde gerçekleşmesi ya da başka bir teknolojik fantezi ile) eğer net enerji elde edilebilirliği artarsa, insanlığın kendini tanınmaz hale dönüştürmesini hiçbirşey durduramaz. Bu ilke, bir yandan geçtiğimiz milenyumda küçük ölçekte yaptığımız gibi çevresel borçlarımızı erteleyip, bir yandan da bu enerjiyi absorbe edip kullanılmasını gerektirecektir. Böyle bir durumda permakültür tarihin karanlıklarına gömülürken mevcut insan kültürü ve değerleri büyük oranda bir değişim çığının altında kalacaktır.

Diğer taraftan gittikçe daha çok insanın fark ettiği gibi, eğer net enerji azalıyorsa, büyüme ekonomisine dayalı maddiyatçı kültürü devam ettirme çabaları herhangi bir ahlaki yargıdan bağımsız olarak ters tepecektir. Permakültürün mevcut enerji depolarını (malzemeler, teknoloji ve bilgi) güneş enerjisini etkin bir şekilde hasat eden ekosistemler oluşturmak için kullanma stratejisi çok yerindedir.

Sonuç

Çevreciliğin son 20 yılının temel konusu insan için elde edilebilir net enerji olmuştur. Permakültür net enerji varlığının muhtemelen 1960’larda tepe noktasına ulaştıktan sonra düşüyor olduğu varsayımı üzerine kurulmuştur. Enerji düşüşünün zamanlaması ve doğası konusunda Mollison ve benim de içinde bulduğum çevreciler tarafından 1970’li yıllarda yapılan yanlış değerlendirmelerin nedeni endüstriyel sistemler ve kültürde mevcut olan çok büyük oluşum enerjisini hesaplayamamış olmamıza bağlanabilir. Bu oluşum enerjisi endüstriyel toplumun yeni koşullara sürekli uyum sağlamasını sağlamıştır. Daha fazlasını daha az ile yapma kapasitesi varsayımı ve yüksek oluşum enerjisinin diğer sonuçları çoğu gözlemciyi aldatmış, insanlığın enerji sınırlamalarından büyük oranda bağımsız olduğu inancına yol açmıştır.

Çevresel ve ekonomik krizin karmaşıklığı ve ciddiyeti etrafımızdaki değişimi anlamak ve elimizdeki seçenekleri değerlendirmek için ortak bir birim ihtiyacını şimdiye kadar olduğundan çok daha zaruri hale getirmektedir.

Özetlersek…

*
Azaltın, Tekrar kullanın, Geri kazanın (bu sırayla).
*
Bir bahçe ekin ve ürünleriyle beslenin.
*
Mümkün olduğunca ithal kaynaklardan kaçının.
*
Malzeme ve teknolojiler yerine iş gücü ve becerileri kullanmayı tercih edin.
*
Dayanıklı ve tamir edilebilir şeyler tasarlayın, inşa edin ve satın alın.
*
Kaynakları en yüksek potansiyellerinde kullanın (örn. elektriği aletler ve aydınlatma için, yemek artıklarını hayvan beslemek için).
*
Mümkün olduğu yerde, yerel çevresel maliyeti daha yüksek gibi görünse de yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanın (örn. yakıt için elektrik yerine odun, inşaat için çelik yerine ahşap).
*
Yenilenebilir olmayan enerjileri ve  oluşum enerjilerini öncelikle sürdürülebilir sistemler kurmak için kullanın (örn. pasif güneş enerjili evler, yiyecek bahçeleri, su depoları, ormanlar).
*
Yüksek teknolojiler kullanırken (örn. bilgisayar) en yeni modellerden kaçının.
*
Borçlardan ve uzun ev-iş yolculuklarından kaçının.
*
Daha az kazanarak vergilendirmeyi azaltın.
*
Ev temelli bir yaşam kurun, ev içinde sorumluluk alın.

Energy Bulletin programı dünyanın fosil yakıtlardan uzaklaşan bir dönüşüme girmesi ve sürdürülebilir ve esnek topluluklar kurulmasına yardımcı olmaya adanmış kar amacı gütmetyen bir kuruluş olan Karbon Sonrası Enstitüsünün bir parçasıdır.