Çeviri: Pınar Buzluk
Genel Bakış
Son zamanlarda The Oil Drum’daki (*Enerji ve gelecek üzerine yapılan tartışma ve analizlerin bulunduğu, 2013 itibariyle yeni makale yayınlamayı durdurmuş olan ama halen arşivlerine erişilebilen web sitesi) ve diğer yerlerde yapılan tartışmalar, sürdürülebilirlik konusuna dikkat çekilmesini sağladı. Sürdürülebilirlik nedir? Bir şeyi ya da bir sistemi sürdürülebilir kılan nedir? Göreli sürdürülebilirliği karşılaştırmaya yönelik bir taslak ya da model var mı? Sürdürülebilir sistemleri bütün yönleriyle nasıl ölçebilir ve hesaplayabiliriz?
Bazı durumlarda daha fazla ayrıntıya girilmesine ihtiyaç duyulsa da, Permakültür genel olarak bu sorulara bir dizi kendine has yaklaşım sunar. Örneğin, ‘dikkatli bir enerji hesaplaması’ yapılması (mecbur kılınmasa da) önerir, ama bunun fiiliyatta nasıl yapılacağı konusunda tam bir yönlendirmede bulunmaz. Holmgren ve Mollison, Howard Odum’un ’emergy’ (*embodied energy – gömülü enerji) yaklaşımının bu konuda kullanılabilir en iyi araç olduğu yönünde ayni fikirde gibidir, ama Holmgren’in kendisi bile bunu tam olarak öğrenmemiş olduğunu itiraf eder.
Bu yazıda amacım, haşır neşir olduğum Permakültür yaklaşımlarından başlayarak, sürdürülebilirlik konusunu daha kapsamlı ve detaylı bir şekilde ele almayı sağlayabilecek kimi noktaları ortaya koymaktır.
Sürdürülebilirlikle ilgili çeşitli kavramlar
Sistemci Düşünce
Sürdürülebilir sistemler tasarlamaya yönelik çalışmaların çoğu, geçtiğimiz yüzyılın ortalarından beri Carnot, Clerk Maxwell, Wiener, Von Neumann, Von Bertalanffy, Forrester, Bateson ve Prigogine gibi bilim insanları tarafından geliştirilen sistemler kuramına dayalı sistem ekolojisi (Capra, Korten, Meadows, McDonough, Mollison, Odum ve Barrett) üzerine kuruludur. Sistem kuramı termodinamik bilimine ait kavramlar içerir. Bunlar arasında kapalı ve açık sistemlerin farkları, enerjinin kapalı sistemlerde nasıl davrandığı ve enerjinin yaratılamayacağı ama dönüştürülebileceği sayılabilir.
Entropi, bir sistemdeki düzensizliğin ölçüsüdür ve kapalı sistemlerde toplamda hep artış gösterir. Enerji, kapalı bir sistemde dönüştürüldüğünde, daha nitelikli bir hale dönüştürülüyor olsa bile enerjinin bir kısmı ya kaybolur ya da ısı olarak çözünür. Kapalı sistemlerin genelindeki kullanılabilir enerji zaman içerisinde sürekli azalır.
Howard Odum’un ekosistemlerdeki enerji akışlarını haritalama sistemi, doğadaki açık sistemlerin, kendi içlerindeki depolanmış enerjinin bir kısmını daha fazla düşük kaliteli enerjiyi yeniden yakalamak üzere “yeniden yatırım yapmak” suretiyle, bol miktardaki düşük kaliteli güneş enerjisini çok daha yüksek kaliteli kimyasal ve kinetik enerjiye nasıl dönüştürdüğünü gösterir. Bu dönüşümler, “mevcut kullanılabilir enerjinin somutlaşmış enerjiye olan oranı” (*transformity – David M. Scienceman ve Howard T. Odum’un 1987 yılında, Odum tarafından kullanılan ‘enerji kalitesi’, ‘enerji kalite faktörü’ ve ‘enerji dönüşüm oranı’ ifadelerinin yerine önerdikleri kavram. Mevcut bir enerjinin başka bir enerjiye dönüştürülmesi esnasında, dönüştürülmüş olan 1 julluk enerji için doğrudan ya da dolaylı olarak ihtiyaç duyulan somutlaşmış enerji olarak tanımlanabilir –çn.) ile ölçülür. Odum’un sistemi, sistemin alt bileşenlerinin yaratılmasında kullanılan gömülü enerjiyi de hesaba katmaktadır.
Lotka’nin ‘Maksimum Güç Prensibi’, başarılı sistemlerin, belirli şartlar altında, enerjiyi en etkin biçimde toplayan ve niteliksel olarak dönüştürebilen sistemler olduğunu öne sürer. Örneğin, Kuzeydoğu (Amerika)’nın çoğunu kaplayan çok yaşlı karışık ormanlar, mevcut enerjinin en etkin biçimde dönüştürülmesi bakımından “en yüksek” ekolojik duruma karşılık gelir.
Etkinliğe karşılık Güç
Burada, Lotka’nin prensibine koyduğu ismin biraz kafa karıştırıcı olduğunu belirtmeliyim. Güç ile etkinlik iki ayrı şeydir. Permakültür eğitimlerimde bunun için bir Hummer ile bir Honda Civic’in karşılaştırması örneğini kullanırım. Hummer, yakıttan muazzam bir beygirgücü yaratmakla ilgili iken, Civic’in amacı aynı enerji girdisi ile kat edilen mesafenin azamiye çıkarılmasıdır. Ama Civic’te de, enerjinin uzun vadede daha etkin biçimde dönüştürülmesi durumuna geçmeden önce, ilk başta motoru çalıştırmak için bir güç patlaması yaratmaya ihtiyaç vardır. Dolayısıyla Güç ve Etkinlik aslında zaman içinde değişebilen farklı sistem durumlarını temsil etmektedir.
Bu karşıtlığı, örneğin, doğal ekosistemlerde yılın farklı zamanlarında gözlemlememiz de mümkün. Bahar mevsimi Güç ile ilgili iken, Yaz ve Kış mevsimleri daha ziyade enerjinin etkin kullanılmasına karşılık gelir.
Taşıma Kapasitesi, Kapasitenin Aşılması ve Çöküş
Ekoloji, genellikle coğrafi olarak tanımlanmış bir alandaki sistemlerin ‘taşıma kapasitesi’ fikrini geliştirmiştir. Taşıma kapasitesi kimi türlerin, genellikle de en üst basamaktaki avcının, tanımlanmış bir bölgede -sistemin ihtiyaç duyulan enerji girdileri ve depolarını (besin mevcudu gibi) sağlayabilmesine dayalı olarak- sürdürülebilir bir biçimde yaşayabileceği popülasyon yoğunluğu bakımından tanımlanır.
Her sistem, enerji itibariyle ölçüldüğünde, birincil üretimin sistemin “devamlılık enerjisine” karşılık geldiği bir kararlılık/denge noktası olan maksimum taşıma kapasitesi bakımından tanımlanabilir. Popülasyonlar bu maksimuma meyillidir, ki genellikle de optimum ya da sürdürülebilir taşıma kapasitesini aşarlar. Büyüme, uzun vadedeki sürdürülebilirlik kapasitesini belirleyen S-biçimli büyüme eğrisindeki dönüm noktasını geçecek şekilde ivme kazanır.
Bir tür, popülasyonu maksimum taşıma kapasitesini aşmış ise artık aşırıya kaçmıştır (Odum ve Barrett). Bu konuma gelindiğinde o tür için artık çoğunlukla çöküş, yavaş yavaş ölme ve yok olma başlar (Diamond). Bununla ilişkili bir konsept olarak ekolojik ayak izi, bir bireyi, grubu ya da popülasyonu desteklemek için gerekli olan coğrafi alanı tanımlar. Biz şu anda gezegenin yaşam döngüsündeki altıncı en büyük yok oluş/nesil tükenmesi vakasını deneyimliyoruz, ki bu vaka büyük ölçüde Dünya’nın doğal ortamının, ikliminin, atmosferinin ve kimyasının insan eliyle değiştirilmesi ve bozulmasından kaynaklanmaktadır.
Semere (Faydalı Çıktı)
Semere, Permakültür’ün yapıtaşlarından birini oluşturan bir sistem kavramıdır (Mollison, Holmgren). Bir sistemin semeresi, sistem tarafından depolanan ve dönüştürülen enerjinin, sistemin kendisinin devamlılığı için gerekli olanından artan miktarın toplamıdır. Maksimum taşıma kapasitesinde işleyen sistemler semere vermez.
Semerenin klasik bir örneği olarak tavuk tarafından üretilen yumurta verilebilir. Tavuk sisteminin semere verebilmesi ya da kullanım fazlası üretebilmesi için, öncelikle tüm ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Böylelikle sistem sınırlarını, tavuğun ihtiyaçlarını karşılayacak sistem bileşenlerini ve sistemin tüm bu bileşenlerin gereksinimlerini karşılayacak, aynı zamanda da tüm bu bileşenlerin üretimlerinin güvenli bir şekilde sistem içerisinde tutulması ve dönüştürülmesini de içerecek şekilde genişletmemiz gerekir. Bunların bir kısmını “atık” olarak adlandırsak da tüm atık akışları potansiyel bir sistem çıktısı ya da kaynağını temsil eder.
Sürdürülebilir semereler, sürdürülebilir bir kaynak olarak hasat edilebilir (Holmgren). Bu kaynak sonrasında sistemin kendi içerisinde onu büyütmek için (enerji) kullanılabilir ya da daha fazla enerji toplamak üzere yeniden sisteme yatırım yapılabilir (etkinlik) ya da başka bir sistemin beslenmesi için kullanılabilir. Bir üretim akışını uygun bir şekilde tekrar sistemi beslemek için kullanmak, atıkların kolaylıkla kaynağa dönüşmesini sağlar.
Permakültür, başta insanlar olmak üzere sistemlerin katılımcılarının tüm ihtiyaçlarını mümkün olan en küçük coğrafi ayak iziyle yaratmak adına, birlik denilen küçük sistem gruplarını örüntüler içinde oluşturarak ilerler. Buradaki düşünce, doğal sistemlerin kendilerini iyileştirmelerine olanak sağlamak üzere homo sapiens’in ekolojik ayak izini minimum seviyeye çekebilmektir. [Editörün notu: Bu nokta Permakültürü çoğu “çevreci” yaklaşımdan ayıran noktadır. Permakültür yaban yaşamın insan eliyle iyileştirilmesi fikrine sıcak bakmaz. Bunun yerine, insanoğlunun doğa üzerindeki fiziksel yayılımını olabildiğince azaltmayı, iyileşme sürecinin de yabanın kendi sürecinde gerçekleşmesini hedefler. İşte bu yüzden “semere” kavramı, “asgari alanda azami üretim” ilkesi öne çıkar.]
Doğal sermaye ve hizmetler
Tüm doğal sistemler, en nihayetinde güneş, ay, yıldızlar ve yerküre tarafından sağlanan yaban enerjilerle çalışan verimli açık sistemlerdir. Bu enerjiler bizim güneş ışıması (ışık, ısı, ultraviyole, kızılötesi), rüzgarlar, yerçekimsel etkiler, termal etkiler (konveksiyon, termosifon), basınç farkları (bacalar), atmosferik sistemler, akış örüntüleri, gelgitler, jeotermal enerji vb. olarak tanıdığımız enerjilerdir.
Lotka’nın prensibini takip edersek, doğal sistemler serbestçe erişilebilen bu muazzam enerji girdilerini bünyelerine alıp, dönüştürüp, biriktirip, işlediğinden, kullanım fazlası çıktı verebildikleri sürece doğal sermaye deposu rolündedirler ve bedelsiz doğal hizmetler sunarlar.
Biyofiziksel ve Ekolojik Ekonomi
Enerji ve bilgi sistemleri hakkında bildiklerimiz ile insana ait parasal ve ekonomik sistemleri birbirine bağlamak ya da ilişkilendirmek üzere halen birçok çalışma devam etmektedir (Daly, Costanza, Hall, Cleveland, Kauffman, Odum).
Ekonomik olarak doğal sermayeyi (ormanlar, fosil yakıtlar, fosil sular vb.) kıymetli bir varlıktan [asset] ziyade gelir gözüyle gördük. Bu korkunç bir hesap hatasıdır (Daly). Ayrıca, atıkların arıtılması, havanın temizlenmesi, toprak oluşumu gibi birçok doğal faydayı da detaylı doğal bilançomuzdaki hesaba dahil etmedik.
‘Kâr = Gelir-Gider’ şeklindeki mikro-ekonomik denklem, doğal sermaye temelinde çalışan bedelsiz doğal işlevlerin sunduğu kaynak girdileri ya da üretim çıktılarının dışşallaştırılmış maliyetlerini tam olarak içermemektedir. Doğal sermaye ne kadar tüketilir ve bozulursa, bu faydalı işlevler de o denli azalacak, üstelik genelde daha az etkin ve daha güçsüz başka bir yola başvurularak telafi edilmesi gerekecektir (Lotka).
Bu açıdan bakıldığında, mutlak ve de karşılaştırabilir üstünlük olarak ifade edilmiş ticaret prensiplerinin (Ricardo) yeniden gözden geçirilme ihtiyacı doğmaktadır. Fiyatlar hiçbir zaman çıkarım faaliyetlerinin (petrol, gaz, kömür, mineral, 1948’den itibaren tarım, ormancılık, balıkçılık vs.) çevresel ve sosyal maliyetlerini yansıtmadığından, bunlar karşılıklı yarar sağladığımız şeyler olmaktan ziyade -yerel sistemlerin bozulmasına, düzensizleşmesine ya da ihtiyaçlarının karşılanamaz hale gelmesine varana dek- istismarcı, çıkarcı, sömürgeci bir görünüm arz edecektir. Sistem semeresi konsepti, temel ihtiyaçların tekrar yerelleştirilmesi için kuramsal bir ilke sağlar.
Kaynak Türleri
Permakültür, kaynakları kullanımlarının etkilerine göre kategorize eder. Bir kaynak:
1. kullanıldığında çoğalır ya da iyileşir
2. kullanılmadığında azalır ya da bozulur
3. kullanımdan (çoğunlukla) etkilenmez
4. kullanıldığında azalır ya da bozulur
5. kullanıldığında diğer sistemleri kirletir ya da bozar.
Bu kategoriler için verilebilecek bazı örnekler şunlardır:
1. bilgi, yetenek, kaslar, diller, izler ve yollar, viral medya, kullanılan sinir sistemi ağları, belli aralıklarla yapılan kontrollü orman yangınları, para akışı, standartlar
2. çürüyen sebzeler, boş binalar, buharlaşan su, eriyen buz, her türden boşa tüketim, kullanılmayan sinir sistemi ağları, politik ilgisizlik ve kötümserlik
3. küçük ölçekli hidroelektrik tesisindeki su, rüzgar, termal depo olarak kullanılan kaya, bazı yalıtım malzemeleri
4. erozyona uğramış toprak, sürülmekten besin maddeleri yok olmuş toprak, fosil yakıt kullanımı, yeraltı sularının ve su havzalarının çekilmesi, sulama ile çöl topraklarının tuzlanması, genel olarak tüm madencilik faaliyetleri
5. fosil yakıtların yakılması, gübre fazlasının akışı, arıtılmamış ve kullanılmamış kanalizasyon ve gübre, suyun soğutma için endüstriyel ölçekte kullanımı, ormanın tamamen kesilmesi, genel olarak ilaç kullanımı, antibiyotiklerin aşırı kullanımı, ayrı yönetilmesi gereken atık akışlarının birbiriyle karıştırılması (içme suyu, gri su, idrar, katı atık, yağmur suyu ve yol kenarı akıntılarının islenmeden birbiriyle karıştırılması gibi..)
Sürdürülebilir sistemler doğal olarak 1-3’u maksimize etmeyi, 4 ve 5’i minimize etmeyi ister. Ama bunu yaparken elbette öncelikle kullanılan kaynağın da en başından sürdürülebilir bir semere olarak üretilmiş olup olmadığının ve kaynağın kullanımının daha iyi özelliklerde ek kaynaklar yaratıp yaratmayacağının da değerlendirilmesi gerekir.
Genelde en kötü senaryo doğal sermaye kaynaklarının, gerçekte daha yüksek kalitede başka bir kaynak ortaya çıkarmaksızın diğer kaynakların bozulmasına ve kirlenmesine yol açacak şekilde tüketimidir. Kağıt hamurundan tuvalet kâğıdı yapmak üzere ormanların kesilmesi ve çim bakımı genel olarak bu kategoriye sokulabilir.
Diğer yandan, eğer sistemin ömrü suresinde kullanacağına eşit ya da daha yüksek kalitede bir kaynağın üretilmesi, iyileştirilmesi ya da yerini alması sonucunu doğuracaksa, o zaman bu 4 ve 5. kategorideki kaynak türlerinin de kullanımı uygun olabilir. Yağmur hendeği açarak su tutulmasının sağlanması ya da ormanda ağaç dikimi için kepçe gibi bir hidrolik ekipmanın toprağı kazma gücünü kullanmak bu tür bir kaynak kullanımına örnek olarak verilebilir.
Sistem Sınırları Konusu
Bütün bu konulardan bahsederken, sistem performansının doğru bir şekilde nasıl ölçülebileceği, sınıflandırılabileceği ve karşılaştırılabileceği, sonuçta işin aslına bakıldığında da bu ölçüm için sistem kapsamının hangi küçüklük ve büyüklükte tanımlanması gerektiği sorusu belirir. Uluslar, eyaletler, bölgeler, su ayrım hatları, kıtalar, kasabalar, mülk sınırları, binalar vs. gibi akla gelebilecek birçok doğal ve yapay düzey mevcuttur. Sistemden içeri akan enerjinin, sistem içerisinde depolanan ve dönüştürülen enerjinin ve sistemin dışına akan enerjinin doğru bir şekilde ölçülebilmesi için öncelikle sistem kapsamının tanımlanması gerekir.
Permakültür yaklaşımı mümkün olan en küçük sistemden büyüğüne doğru çalışılmasını öngörür. Eğer küçük bir sistem çalışır durumda ve kullanım fazlası veriyorsa, ancak o zaman kapsamı genişleterek daha büyük bir sisteme doğru yol almalıyız. Her zaman çözümü öncelikle sistemin kendisi içinde aramalıyız.
Bu yaklaşım, daha küçük ölçekteki bir çevrimi kapatmayı başaramamaktan kaynaklanan problemlerin çözümü için sistem sınırlarını sürekli olarak büyütme yoluna giden ekonomik ve politik sistemlerin çoğunun zıttıdır. Bu yaklaşımlarda problemlerimizi sürekli olarak daha büyük alanlara ihraç etmeye kalkışıyoruz. Köy, lağım sistemi için gerekli parayı kentten, kent eyaletten, o da Washington’dan alıyor…
Sınırların yok olması, iklim değişimi, petrol fiyatlarının yükselişi ve küreselleşme ile, artık problemlerimizi ihraç edemeyeceğimiz çok gerçek bir sınıra gelip dayanmış durumdayız. Problemlerimizi sürekli dışımıza doğru itmek, atmosferin, toprakların ve okyanusların kimyasal yapısını ve biyofiziksel karakteristiklerini radikal bir bicimde değiştirmeye başladı. Artık daha küçük sistemlerin sınırları içerisinde çalışmaya başlamalıyız.
Sonuç ve takip eden sorular
Bu kısa yazı ile, sürdürülebilirlik tartışmalarımız hakkında bilgi veren birkaç temel fikri sıralamış olduk. Permakültür etiğine ve prensiplerine göre, sürdürülebilir ürünler üreten her yönüyle sürdürülebilir bir sistem tasarlamak, ekonomik ve ticari pratiklerimizin temelini oluşturmalıdır.
Üzerinde düşünülecek bazı sorular:
1. Karşılaştırılabilir üstünlük sürdürülebilir yerel sistemlerin sürdürülebilir semereler üretmesi halinde hala teorik olarak işlerliğini sürdürmekte mi ve çok az sistemin sürdürülebilir olarak adlandırılabileceği mevcut sisteme karşılık yeniden yerelleşme ekonomik avantajlar vaat edebilir mi?
2. Ekolojik sistemleri maksimum kapasitesine doğru büyüten şey nedir? Jevon’un Paradoks’unda olduğu gibi, optimal olsun olmasın, kullanım artıkça kapasitenin büyümesi gibi bir paradoks ekolojide de işliyor olabilir mi?
Kaynakça:
Bateson, Gregory Steps to an Ecology of Mind, Chicago and London: University of Chicago Press, 1972.
Diamond, Jared Collapse: How Societies Choose to Fail or Succeed, London: Penguin Books, 2005.
Hall, Charles, Cutler Cleveland and Robert Kaufmann Energy and Resource Quality: The Ecology of the Economic Process, New York: Wiley-Interscience, 1986.
Holmgren, David Permaculture: Principles and Pathways Beyond Sustainability, Hepburn, Australia: Holmgren Design Services, 2002.
Korten, David The Great Turning, San Francisco: Berrett-Koehler Publishers, 2006.
Macy, Joanna and Molly Young Brown Coming Back to Life, Gabriola Island, BC, Canada: New Society Publishers, 1998.
Mollison, Bill Permaculture: A Designers’ Manual, Tyalgum, Australia: Tagari Publications, 1988.
Odum, Eugene and Gary Barrett Fundamentals of Ecology, Belmont, California: Thompson Brooks/Cole, 2005.
Odum, Howard and Elisabeth Odum Energy Basis for Man and Nature, New York: McGraw-Hill, 1976.
Schor, Juliet and Betsy Taylor, editors Sustainable Planet: Solutions for the Twenty-first Century, Boston: Beacon Press, 2002.
yazının orjinal adresi:
http://blog.greenerminds.com/systems-thinking/sustainability/sustainable-resources-from-a-permaculture-perspective/