D. Temel ihtiyaçların yerel tedariği.
Ekonomiler daraldıkça devletlerin vatandaşlarına temel varoluş gereksinimlerini sağlamada başarısız kaldıklarını varsayalım. Veya (az önce tartışıldığı gibi) ülke çapında altyapıyı sürdürme yetersizliğine bağlı olarak bu çabaların zamanla azaldığını varsayalım. Bu son senaryoda, temel gereksinimlerin tedariği yerel yönetimler, ad hoc toplumsal hareketler ve sivil toplum kuruluşları tarafından örgütlenir. Bunlara küçük işletmeler, kiliseler ve tarikatlar, daha geniş bir misyonu olan sokak çeteleri ve resmi veya resmi olmayan her tür kooperatif işletmesi dahildir.
Küresel taşımacılık ağlarının, elektrik şebekelerinin ve modern toplumları iç içe geçiren diğer altyapı unsurlarının yokluğunda yerel olarak ortaya çıkabilen destek unsurların seviyeleri ne olursa olsun, bunlar orta sınıf Amerikalı veya Avrupalıların şu anda tadını çıkardığı yaşam standardının ancak silik bir gölgesi olacaktır. Akılcı ve işbirliğine dayalı çabalarla, halihazırda devam eden gıdaların ve basit mamul malların tedariğinin sürmesi mantıklı bir olasılıktır; ancak sonraki birkaç on yıl boyunca gerçek bir yerel ekonomi büyük ölçüde John Michael Greer tarafından The Echotechnic Future s.70 ’de betimlendiği gibi) bir kurtarma ekonomisi olacaktır.
Eğer merkezi yönetimler karmaşıklıklarını yerel yönetimler pahasına sürdürme arayışındaysa, topluluklar ve sürekli yayılan milli veya küresel güç merkezleri arasında çatışmaların çıkması olasıdır. Topluluklar merkezi otoritelere -sadece yönetsel otoritelere değil, aynı zamanda finansal ve kurumsal olanlara da- olan destek akışını geri çekmeye başlayabilirler.
Son on yıllarda topluluklar, mevcut vergi alanlarında fabrika ve mağazalar kurmaları için milli ve küresel şirketlere vergi muafiyetleri ve başka sübvansiyonlar sağlamayı kendi çıkarlarına uygun gördüler. Bu olgu sonrasında incelendiğinde, birçok durumda bunun başarısız bir pazarlık olduğu ortaya çıkmakta: Vergi gelirleri yeni altyapı maliyetlerini (yollar, kanalizasyon, su) telafi etmekte yetersiz kalmakta; bu arada fabrikalar ve dev alışveriş merkezlerince yaratılan gelirin büyük kısmı uzaktaki şirket genel merkezlerine ve Wall Street yatırımcılarına gitme eğilimindedir (bkz. Michael Shuman, The Small-Mart Revolution). Giderek artan bir şekilde, topluluklar, büyük zincir mağazaları (ve büyük bankaları) yerel sermayeyi hortumlayan parazitler olarak algılamakta ve bunlar yerine küçük, yerel işletmeleri desteklemenin yollarını aramaktadır.
Şehir ve ilçe yönetimleri de federal ve eyalet yönetimlerine karşı benzer bir tavır sergilemeye başlamakta. Öncesinde, daha büyük yönetimsel oluşumlar yerel altyapı projeleri ve yoksulluk karşıtı programlar için destek sağlamaktaydı. Bu projeler ve programlar için olan fon akışı kuruyunca, yerel yönetimler kendilerini nakte aç büyük ağabeyleri ile giderek daha fazla rekabet halinde buluverdi.
Eğer topluluklar azalan vergi gelirleri, daha büyük yönetimlerle olan rekabet, mega-şirketler ve bankaların yırtıcı uygulamaları yüzünden sıkıntılar yaşıyorsa, o zaman kâr amacı gütmeyen -ve on binlerce yerel sanat, eğitim ve hayır işlerini destekleyen- kurumlar muhtemelen daha büyük zorluklarla karşı karşıyadır. Mevcut hayırseverlik modeli tümüyle ekonomik büyüme varsayımına dayanmaktadır: vakıf bağışlarının kaynağı yatırım gelirleridir. Büyüme yavaşlayıp tersine döndüğünde, kâr amacı gütmeyen kurumların dünyası çalkalanıp yıkılacak, binlerce yardım ajansı, bölgesel habitatı korumaya adanmış çevreci kuruluşlar, senfoni orkestraları, dans toplulukları, müzeler, sanat galerileri ve dahası felaketzede konumuna düşecektir.
Ulusal yönetim kontrolünü kaybederse, yerel yönetimler yukarıdan ve aşağıdan eş zamanlı olarak rahatsız edilirken ve kâr amacı gütmeyen kurumlar mali desteğe açken, yerel halkı desteklemek için gerekli araçlar nereden gelecek? Yerel işletmeler ve kooperatifler (kredi birliği olarak da bilinen kooperatif bankaları) kârlı kalmayı ve dev şirketlerle bankalara (bunlar iflas etmeden önce) kurban gitmekten kaçınmayı başarabilirse, yükün bir kısmını omuzlayabilirler.
Sıradaki destek kamu yararı için sıkı şekilde çalışmaya istekli kişilerin gönüllü çabalarından gelecektir. Tüm kasaba ve şehirler kiliseler ve hizmet kuruluşlarıyla doludur. Bunların çoğu halkın genelinin, hayatta kalma ve toparlanmayı kolaylaştırmak için eğitilip örgütlenilmesine yardımcı olmakla pekala görevlendirilebilir – özellikle yakın zamanda ortaya çıkmış, (Geçiş İnsiyatifleri gibi) yıkıma karşı hazırlığı görev belleyen yeni örgütlenmeler gibi. En iyi durumda, gönüllü çabalarla kurulan çiftçi pazarları, yol ve araç paylaşımı programları, yerel para birimleri ve “yerel olanı satın al” kampanyaları, kriz vurmadan çok önce örgütlenmiş ve çalışır halde olacaktır. Bu kriz öncesi çabaya destek olma çabasında, hacmi giderek büyüyen bir külliyat mevcut; bu alanda en son değerli katkı Michael Shuman’ın Local Dollars, Local Sense: How to Shift Your Money from Wall Street to Main Street and Achieve Real Prosperity adlı kitabıdır.
En son destek kaynağını, hayatta kalmak -bahçe yetiştirmek, tavuk besleme, yeniden kullanım, farklı amaçla kullanım, tamirat, savunma, paylaşım ve eğer her şey başarısız olursa, bunlar olmadan nasıl hayatta kalınacağını öğrenmek- adına ne gerekiyorsa yapmak üzere biraraya gelen aileler ve mahalleler oluşturacak. İnsanlar maliyetleri azaltmak üzere ortak evlere çıkacaklar. Asayiş ve güvenliği sağlamak için birbirlerini kollayacak. Bu köktenci yerel uygulamalar bazen yerel ve ulusal düzenlemelerle ters düşebilir. Bu tür durumlarda, yerel yönetimler maddi olarak yardım edecek konumda olmasalar da, sadece gölge etmeyerek işlere yardımcı olabilir – örneğin, imar düzenlerini değiştirerek yeni alanların kullanımına izin vererek. (Örnek olarak, eyaletlerin kullanılmamış emlakları devralmak ve bunları toplu kullanıma açmak için arazi bankalarını ve kamulaştırma hakkını nasıl kullanabileceklerine dair şu faydalı makaleye bakınız(5). Bu mümkün kılındığında, mahalle komiteleri boş evleri ve ticari alanları tespit edip buraları toplum bahçelerine ve buluşma merkezlerine çevirebilir. Karşılığında, mahalleler diğer mahallelerle ağ ördükçe, daha güçlü bir toplumsal yapı yerel yönetimi yeniden canlandırabilir.
Yukarıda tartışıldığı üzere, yerelleşmeyi destekleyecek hareketler -her ne kadar iyi niyetli olsalar da- ulusal yönetim tarafından bir tehdit olarak algılanabilir. “İşgal et” (Occupy) hareketi geleneksel güç odaklarına karşı halk direnişini örgütledikçe olacak olan muhtemelen budur.
Ulusal yönetimlerin yerel halkın daha fazla özerklik taleplerini tehdit olarak gördüğü durumlarda, gözetimi, toplumsal ittifakın inkârını, protestocu kuruluşları çeşitli şekillerde engellemeyi, polisin askerileşmesini, çeşitleri giderek artan bir dizi ölümcül olmayan silahın protestoculara karşı kullanılmak üzere geliştirilmesini, mahkeme ve tanık dinleme haklarını feshedecek yasaların benimsenmesini, işkenceyi ve hatta ölüm timlerinin oluşturulmasını içeren tepkiler doğabilir. Chris Hedges, yakın tarihli bir makalesinde(2), Kanadalı aktivist Leah Anderson’un hapishaneye gönderilmeden önce muhalif arkadaşlarına yazdığı mektubundan alıntı yapar: “Bu davada -yönetici olarak, eğitmen olarak, hukukçu olarak ve farklı topluluk ile hareketleri bağlayan bir kişi olarak- yeteneklerim ve tecrubemin tümü hedef alınmıştır. Devlet beni ‘beyin yıkayıcı’ olarak, kargaşa, vahşet ve yıkımın fikir babası olarak göstermeye çalışmıştır… Açıktır ki bizi güçlü kılan yetenekler, onların sistemlerine [vurgu eklenmiştir] bağlılığımızı azaltan alternatifler, yeni bir dünyanın mümkünatını göstermek, onların en çok korktuğu şeylerdir.”
Yerelleşmeye giden yol bütün bu kapsamıyla bazı destekçilerinin resmettiği gibi kolay ve neşeli bir yol olmayabilir. Bu yol zorlu çalışmalar, güçlükler, çatışmalar ve mücadelelerle doludur – aynı zamanda da dostluk, topluluklar, karşılıklı denklik ve saygı anlayışı ile de. Nihai avantajı, içinde bulunduğumuz yüzyılın (yukarıda tartışılan) ana yönelimlerinin nihai olarak işleri bu yöne doğru götürmesidir. Eğer bunun dışında her şey başarısız olursa, komşular, aile ve arkadaşların oluşturduğu yerel matriks son sığınağımız olacaktır.
1. Komplikasyonlar
Senaryolar öngörüler değildir; planlama araçlarıdır. Kehanetler olarak, rüyalardan daha güvenilir değildirler. Önümüzdeki yıllarda gerçekte olacaklar, kaynaklardaki kıtlıklar veya kredi piyasalarındaki yönelimler gibi “siyah kuğu” olaylar tarafından da şekillendirilecek. İklim değişikliğinin çevreye etkisinin yoğunlaşacağını biliyoruz, ancak bu etkilerin tam olarak nerede, ne zaman ve ne şiddette açığa çıkacağını bilmiyoruz. Bu esnada, insan faaliyeti sebebiyle oluşmayan ve dünyadaki olayların ilerlemesini önemli ölçüde değiştirecek bir yerde veya ölçekte devasa bir çevre felaketinin (deprem, volkanik püskürme gibi) ortaya çıkıp çıkmayacağını bilmiyoruz. Yoğunluk ve sonuç açısından savaşlar da tahmin edilmesi imkansızdır, ancak jeopolitik gerilimlerin tırmandığını biliyoruz. Yeni bir enerji teknolojisinin -soğuk füzyon gibi- yıkım saatini sıfırlaması güç bela (tam olarak değil, ancak güç bela) mümkündür. Bu, insanlık bir sonraki hayati doğal sınırlara çarpana dek, küresel ekonominin birkaç on yıl daha yalpalamasını mümkün kılar. Toplumun basitleştirilmesi muhtemelen karmaşık ve şaşırtıcı bir süreç olacak.
Dipnotlar:
- Occupy the Neighborhood: How Counties Can Use Land Banks and Eminent Domain – Ellen Brown, Truthout
- What Happened to Canada? – Chris Hedges, Truthout.