2. Bölüm
Thomas Fischbacher (8 Ocak 2010)
(çeviri: Oluş Dayan)
Her bir toplum iş bölümünü bir dereceye kadar gerçekleştirir, bu yüzden kimin üzerine düşeni yapıp kimin yapmadığının hesabını tutacak bir yola ihtiyaç duyar. Tabii ki temel fikir, toplumun refahına katkıda bulunan bir kimsenin, bunun karşılığında toplumun ona bir iyilik yapmasını talep etme izni veren bir tür kredi elde etmesidir. Bazı küçük toplumlarda (örneğin birbirine bağlı ailelerde veya belki bazı manastırlarda), kimin kime ne büyüklükte bir iyilik borçlu olduğunun muhasebesi, herhangi bir yazılı kayıt veya belirli bir gösterge olmadan, sadece kafada yapılır. Ancak, genellikle bu iyiliklerin hesabını tutma işi kolayca elden kaçar ve o kadar çetrefilli hale gelir ki, toplumlar kısa zamanda -tüm süreçlerde olmasa bile en azından önemi bir kısmında- ek bir araca başvurmak zorunda kalır. Şimdilik üzerinde toplumca mutabakata varılmış tüm hesap tutma yollarına bir “değer birimi” diyelim. Her bir toplumda aynı anda tedavülde olan, banknotlardan mangal davetine kadar birçok farklı birim değerler görmek gayet normaldir. Bunun altını çizmek önemlidir çünkü normalde “değer birimini” sadece tek bir kavramla, (genelde bozuk para veya banknot olarak düşündüğümüz) bir tür “resmi para” ile ilişkilendirme eğilimindeyizdir. Dolayısıyla, bazen bunun aşırı derecede dar bir bakışı yansıtabileceğini kendimize hatırlatmamız gereklidir.
Hemen her kültürün bir noktada kendisine ait böyle bir “para” kavramını geliştirdiği gözlenmektedir. Bazıları parayı “dahiyane bir icat” olarak görürken, paranın ortaya çıkışı en küçük insan toplumunda bile neredeyse kaçınılmaz olduğuna göre bunun daha ziyade insana özgü bir şey olarak kabul edilmesi gerekir. Paranın bu tezahürünün nedeni basittir: (a) İnsanlar alışveriş yapar. Bu, karşılıklı iyilik değiş tokuşunun özel bir yöntemidir. Fakat insanlar bunu bir süre boyunca yaptığında, (b) kişinin şahsen tüketme niyeti olmasa bile, edinilmeye değer bazı şeyler olduğunu kolayca fark ederler. Bunlar genelde çok arzu edilen, bundan dolayı kişisel tüketimle ilgili diğer ürünlerle takas yapmada kullanılabilecek şeylerdir. İlginçtir ki, Bir ürünü sadece başka birine faydalı olabileceği için edinmenin sırf insana özgü bir icat olmayabilir. ([1]de evcil bir tilkinin oldukça hayret verici hikayesi okunabilir.) Bariz bir şekilde, bu değerli ürünlerin bazıları, özellikle iyi saklanabilenler, kolay taşınanlar, dayanıklı olanlar, kolay paylaştırılabilenler, özelliklerine değer biçilenler (örneğin baharatlar veya tuz düşünülebilir) alışveriş için diğerlerine göre daha elverişli olacaktır. Bunlar diğer ürünlere, özellikle dayanıksız olanlara göre “daha elverişli bir paradır”, bu yüzden “az elverişli paranın” giderek önüne geçerler.
Toplumumuzda para, piyasa mekanizması yoluyla insanların tercihlerini ifade etmelerine imkan vermesini sağlayan başlıca araç olarak görülür. Eğer daha önceden para ile takas edilemeyen bir şey, bir piyasanın kurulmasıyla kullanılır hale geliyorsa, piyasa katılımcıları sahip olmayı ne kadar istediklerini karşılaştırarak tartabileceği çok daha geniş alternatif seçenekler bulacaklardır. Açıktır ki “daha fazla seçenek” kişinin durumunu daha kötüleştiremez. Yoksa kötüleştirebilir mi? Başta çetin görünüyor olsa da, bu mantığın naif bir şekilde uygulanması ilginç bir şekilde rahatsız edici önermelere götürür, nakil organlarının yetersizliğiyle bir serbest piyasa oluşturarak baş etme fikri[7] gibi. Burada bir şey tam doğru değil gibi gözüküyor, neticede bu “piyasa mantığına” göre kişinin oy kullanma hakkının alınıp satılabilmesinin de mümkün olması gerekmez mi? Yine de sorunun özüne tam olarak işaret etmek oldukça çetrefillidir.
Önemli bir mesele “her şeyin iki taraflı işlemesi”dir. Yani önceden bağımsız olan bir toplumu batı medeniyetinin piyasasına bağlamak “fakir insanlara daha fazla seçenek vermek, paralarını kullanmak için kocaman yeni bir alternatifler yelpazesine erişim sağlamak, artı onların ürünleri için daha önceden varolmayan bir piyasa sunmak” gibi büyük söylemleri mümkün kılabilir, ancak işin başka bir boyutu da bulunur. Bu sorun için fiziksel bir benzetim vardır: Piyasalar dengeye ulaşır, iletkenler de öyle. Çevremizi daha iletken yaparsak (örneğin kışın ısıtılmış bir odadaki havayı nemlendirerek), arzu edilmeyen izole yük bölgeleri oluşması engellenir, bu da kötü elektrostatik şoklara meydan verecek aşırı yüksek voltaj oluşmasını engeller. Yani, çevrenin parçalarını aşırı voltajı engellemek amacıyla iletkenlerle birbirine bağlamak iyi bir fikir gibi gözükmektedir. Ancak birisi ısıtıcıyı fişe taktığında da durum aynı mıdır? Nihayetinde birkaç yüz volt on binlerce voltluk statik elektrik kıvılcımıyla karşılaştırıldığında nedir ki? Hmmm… güzel soru değil mi? Buradaki büyük fark, statik elektrik oluşumları sadece küçük miktarda yük (ve enerji) harekete geçirecekken elektrik şebekesinin çok fazla yük harekete geçirebilmesidir. Çok önemli bir soru ilgili maddenin (ürünler, yük) belirli bir miktarını hareket ettirdiğimizde basıncın (fiyat, voltaj) ne kadar azalacağıdır. Böylece, önceden izole bir ekonomiyi büyük bir piyasa ekonomisine bağlamak, sonrakindeki küçük dalgalanmaların bile öncekinin yapısında yıkıcı bir etkiye yol açabildiği bir durum yaratacaktır. Sonuç olarak, büyük piyasa ekonomisi önceden bağımsız olan ekonomiyi asimile ve dolayısıyla yok edecektir. [Başka bir ilginç fiziksel benzetim daha vardır: Eğer takriben aynı büyüklükte iki tane yarı şişkin hava balonu birbirine bağlanırsa, “dengeleme” nedeniyle daha büyük olan daha küçük olan pahasına büyütecektir. Bu süreçte daha küçük balondaki yüzey eğimine bağlı olan gerilim (1/r ile) artarken, toplam yüzey alanı (r^2) ile azalacak, böylece toplam kuvvet ve dolayısıyla bağlantı parçasındaki aşırı basınç (r/A ile) azalacaktır.]
“Büyük ekonominin daha küçük ekonomiyi asimile etmesi” sürecinin gücünün kanıtı etrafımızdadır. Bu kendi içinde ilginç bir fenomendir ve bu yüzden (kınamak veya övmek yerine) yakından incelenmelidir. Buradaki kritik adım, büyük ekonominin parasının küçük ekonominin parasını nasıl kovduğudur. Bu süreç konu ile neden bu kadar ilgilidir? Dirençlilik bakımından, büyük bir “her şey piyasada” ekonomisi, buna denk düşen birleşmemiş bir küçük ekonomiler kolajından çok daha farklı çalışır. Küçükler ilk başta daha ziyade yalıtık sorunlarla başa çıkmaya daha yatkınmış gibi durur – bunlarla baş etmek için kısmen stratejiler geliştirmiş olabilir. Büyük ekonomi ise çok sağlam duruyor gibi gözükür ama aynı zamanda daha kırılgandır: Büyük enerji, yiyecek ve su akışlarını birbirlerine karşı ekonomik olarak dengeleme seçeneğimiz olsa, bu durum çeşitli bölgesel sorunlarla baş etmek için çok faydalı olabilirdi; örneğin yerel yiyecek arzını artırmak için biraz daha fazla enerji yatırımı yapmak, veya tam tersi gibi. Ancak, toplu büyük etkiler ortaya çıkarsa, sistem özellikle enerji kaynaklarının zenginlik yaratma kapasitesi ve onların mevcut fiyatları arasındaki olağanüstü farktan dolayı feci bir başarısızlığa eğilimlidir. Modern bir çamaşır makinasını günde bir kere çalıştırmak adına birkaç kuruş değerindeki bir kilowatt saatlik elektriği üretmek için tahıl yakmayı ciddi bir şekilde düşünür müyüz, hele ki eğer aynı miktardaki yiyecek bulaşıkları güzelce yıkayacak bir kişiyi kolaylıkla doyurmaya yetip kalan zamanda yüz tane faydalı başka şey yapmasına da yetiyorsa? Enerji dönüşümü temelinde insanlar bazı makinalara göre “verimsiz” görünebilir, ancak “başarılan iş” temelinde insanlar “harcanan watt başına zeka” oranı itibariyle son derecede verimlidirler. Bundan dolayı büyük pazar ekonomisindeki küçük bir yakıt kıtlığı yiyeceğe kadar yayılırsa bunun kolaylıkla yıkıcı sonuçları olabilir.
Notlar:
- “Every Boy’s Book of Knowledge”, Editör: Charles Ray, Prion Books (2007) Sayfa 260’ta, “Tilki evcilleştirilebilir mi?” başlıklı makalede şu anektod vardır: “Tilkinin kurnazlığı herkesçe bilinir. Tilki bunu vahşi doğada olduğu gibi esaret altında da gösterir. Bir bahçede tutulan bir tilki belli bir yürüme mesafesine gitmesine izin veren bir zincirle sınırlandırılmıştır. Bir sonbahar akşamı, tarladan dönen mısır yüklü bir çiftlik vagonu tilkinin barınağının yakınlarından geçer, yığının içinden bir başak mısır düşer. Tilki çıkar, mısırı alır ve hızlı bir şekilde evine taşır. Mısır ile ne yapmak istediğini kimse anlayamaz fakat ertesi sabah yuvasından çıkıp başaktan birkaç taneyi kopararak bahçe içinde bulunan kümes hayvanlarının göreceği şekilde saçtığı görülür. Zaman içinde tavuklar mısıra gider, tam yerlerken tilki sıçrayıp bir tanesini kaparak barınağına götürür ve yer. Gerçek bir hikaye mi? Cevap vermek zor ancak bu en azından bazı hayvanların hareket planlama kabiliyetlerine bakmanın ilginç olabileceğini akla getirir.
- E.g.: Peter Oberender, Thomas Rudolf, Bayreuth Üniversitesi, “Das belohnte Geschenk Monetäre Anreize auf dem Markt für Organtransplantate”, Almanca (İngilizce özetli), http://www.old.uni-bayreuth.de/departments/rw/lehrstuehle/vwl3/Workingpapers/WP_12-03.pdf