Hira Doğrul
Ekim ayında, 2 günlük bir Permakültüre Giriş kursunun 100 liraya yapılıp yapılamayacağını, bir yandan da böyle bir kursa evsahipliği yapan bir mekânın (bir atölyenin, her türden bir topluluk, bir dayanışma mekânının) böyle kurslara kapısını açarak kendini sürdürüp sürdüremeyeceğini görmek üzere Ankara’da bir kurs vermek istediğimi duyurmuştum. Bir mahalle dayanışma atölyesi olan “100. Yıl Atölyesi” memnuniyetle kapılarını bu denemeye açtı. Ben de, önceden duyurduğum gibi 18-19 Kasım’da Ankara’da verdiğim giriş kursunun şimdi şeffaf bir şekilde bilançosunu çıkaracağım.
Bunu niye yapıyorum? İçtenlikle söylüyorum, tanıdığım, tanıştığım ya da sosyal medyada denk geldiğim ekolojik duyarlılığa sahip, toplumsal veya bireysel dönüşüm arzulayan çok çeşitli profillerdeki insanların sırf kurs ücretlerinin yüksekliği nedeniyle Permakültür’e karşı bir tepki oluşturduklarını gördükçe kahroluyorum. Biraz içine girseler bayılacakları, gayet benimseyip yararlanabilecekleri Permakültür, onlara birtakım uyanık tiplerin ceplerini doldurmak üzere sattıkları yeni moda bir ekolojik pazarlama numarası gibi gözüküyor. Akademisyenler, yazarlar, kamuoyu önderleri, ekoloji yelpazesinin çeşitli noktalarındaki isimler, aktivistler, STK’cılar, gıda yetiştiricileri, kırsala dönenler, gündelik hayatını biraz olsun dönüştürmeye uğraşan dürüst, ilkeli, duyarlı çeşit çeşit insana sırf bu yüzden ulaşamıyoruz. Hakikaten kahroluyorum. Oysa birlikte, yan yana, omuz omuza yürüyeceğimiz o kadar yol var ki; o kadar çok birbirimize ihtiyacımız var ki. Sonuçta Permakültür bütün o harika fikir ve kuramların içini dolduran, bunların ayağını yere değdiren bir uygulama yaklaşımı, tasarım anlayışı ve yol kat etmede muazzam işe yarıyor.
Bu kopuklukta çok çeşitli önyargıların payı olduğu gibi, Permakültür kurs ücretlerinin kuşkusuz büyük rolü var. İşin bu noktaya geleceğini (ilk düzenli kursların verilmeye başlandığı) 7 yıl öncesinden öngördüğüm için düzenli aralıklarla bununla ilgili yazılar yazıyor, öneriler getiriyorum ve verdiğim, düzenlediğim kursları herkesin erişebileceği şekilde “tasarlamaya” çalışıyorum [Konuyla ilgili düşüncelerimi daha önce ayrıntısıyla şurada aktarmıştım].
Evet, bizim işimiz tasarım; insan yerleşimlerinin başat üretim alanlarını ekolojiyle uyumlu ve toplumsal adalet ve huzuru oluşturacak şekilde yeni baştan nasıl tasarlanabileceği üzerinde çalışıyoruz. Kurs düzenlemek de sonuçta bir tasarım işi; bilgi alışverişinin olabildiğince çok kişiyi kapsayacak, etkin bir şekilde gerçekleşmesini sağlamanın koşullarını yaratma becerisi. Bizim kurslar ne kadar verimli geçiyor, bu klasik “anlatan öğretmen dinleyen öğrenci” modeli ne kadar işe yarıyor, klasik müfredatımız insanların merak ve ihtiyaçlarını ne kadar karşılıyor, bu ayrı bir yazının konusu olsun. Ben şimdilik işin maddi boyutuna mercek tutacağım.
Ankara’daki kursumuza 12 kişi katıldı. Bunların 3’ü öğrenciydi; 9 kişiden 100 lira, 2 kişiden 75 lira ve 1 kişiden 70 lira “katkı payı” olarak topladık. Böylece 1.120 toplandı, 870 lirasını ben aldım, 250 lira Atölyeye kaldı. Ayrıca Atölye’nin çıkardığı öğle yemekleri için öğün başına 10’ar lira toplandı, böylece 220 lira daha Atölye’ye kaldı.
Benim 210 lira ulaşım masrafım oldu, 60 lira da 2 gün için atıştırmalıklara harcadım (kuru pasta, meyve). Böylece cebime 600 lira girdi.
Atölye genel kira, elektrik, su, temizlik, çay-kahve, tüp harcamalarını düşünüp, bu kursun onlara 2 gün için 150 lira maliyet çıkaracağını hesapladı. Bu masraf düşülünce 100 lira Atölye’ye destek olarak kaldı. Ayrıca Atölye’yi paylaşan birkaç kişi yemek işini bölüştü, her gün 4 kişi birer tencere yemek çıkardı; böylelikle yemek için toplanan 220 lira da Atölye’nin genel giderlerini destekleyecek bir yekün olarak Atölye’ye kaldı.
Kursu sadece Facebook üzerinden duyurdum, ilk başta yoğun ilgi olduğu için başka kanallara gerek görmedim, çok da uğraşmadım doğrusu. Lakin, başta (heyecanla) kayıt yaptıran 4 kişi son dakikada gelemeyeceğini bildirdi (1 kişiyse zahmet edip de bildirmedi); böylece katılımcı sayısı düşük kaldı. Ne yazık ki, işe bankaları falan karıştırmayalım, parayı elden toplarız iyi niyetliliği çalışmıyor, bir kez daha gördüm ki ön ödeme almak gerekiyor.
Atölyenin kapasitesi olan 15 kişiye ulaşsaydık; eğitmen 750 lira alabilecek, Atölye’ye de 600 liradan fazla kalacaktı.
Ben hayatımı eğitim vererek kazanmıyorum, esas işim çevirmenlik. Cebime giren bu parayı, elbette bir “hizmet” sunduğum için, bir yandan da kendi işimi yapamayıp zamanımı bu eğitime ayırdığım için memnuniyetle kabul ediyorum (Böyle kapsamlı bir eğitimin ücretsiz verilmesini talep edenlere kısa bir cevap). 600 lira tatmin edici bir rakamdı, 750 lira olsaydı daha memnun olurdum. Bunu sadece 2 gün çok kıymetli bilgi ve deneyimleri aktarmak olarak düşünmemek lazım; ön hazırlık için harcanan zaman ile kurstan önceki ve sonraki 1’er günün de kurs için harcandığını düşünerek değerlendirmek gerekiyor.
Bu işi bir meslek olarak edinmek elbette mümkün; hakkını veren biri için çok da değerli, tatminkâr ve onurlu bir meslek. Böyle birine bir haftasonu kursundan 750 lira kazanmak yeterli gelir miydi? Bunu meslek edindiğine göre, ayda en az 3 haftasonu kurs vereceğini varsayarsak, kurs başına en az 750 ila 1.000 lira arasında kazanması gerekir bence. Tatminkârlığı kişinin yaşam tarzına kalmış. Bir Permakültür eğitmeni giriş ve PDC kurslarının yanı sıra çok çeşitli konularda (kompost, gri su, ilaçsız gıda çözümleri, temizlik ürünleri üretimi, vb.) 1 günlük kurslar da verebilir, vermelidir de. Ama tek bir kurs verip aylık masrafı çıkarma anlayışı benim kavrayışımın dışında kalıyor.
Eğitmenin alacağı ücret konusunu böyle açıkça tartışmak hakikaten zor. Bir yandan denebilir ki, yahu ülkede çok ufak bir yüzde haricinde, kaç kişi günde 400-500 lira kazanıyor? (Sabit gelirlileri düşündüğümüzde, ortalama ücreti 2.750 lira olarak alırsak, haftalık 5 çalışma günü üzerinden günlük kazanç yaklaşık 120 liraya, 3.250 liradan alırsak 140 liraya denk gelir). Bir yandan da, uzmanlık gerektiren ve uzman sayısının fazla olduğu çeşitli konulardaki (yabancı dil, matematik, enstrüman, vb.) saatlik ders ücretlerinin 75-80 liralardan başladığı, 6 saatlik bir kurs için bu rakamın az bile olduğu ileri sürülebilir.
Ha, tabii belki 20 yıllık saha deneyimi olan, çok farklı iklim ve arazi koşullarında onarıcı tarım yapmış, çorak arazilerde su pınarları çıkarmış, birbirinden farklı ve başarılı ekolojik evler inşa etmiş, tıkır tıkır çalışan alternatif enerji kaynaklarını çalıştırabilen, vb. birinin vereceği bir eğitimde, eğitmen çok daha farklı bir ücret talep edebilir. Hakkıdır, böyle deneyimlerin yeri doldurulamaz, kitabi bilgiye benzemez, paha biçilemez. Ben Türkiye’deki eğitmen profilini düşünerek yazıyorum.
Mekân konusunda, ticari işletmeleri bir yana bırakıyorum; bir arada olmak, etkinlikler (toplantılar, atölyeler/kurslar, çeşitli faaliyetler) düzenlemek, gıda topluluğu kurmak gibi amaçlarla açılan, hatta (gıdadan sabuna, terlikten deftere) çok çeşitli el emeği ürünlerin satılabileceği “dayanışma mekânlarını” baz alarak hesap yapacağım. Mevzuat itibariyle bildiğim kadarıyla ticari kapsama girmeden, bir sanat atölyesi olarak böyle mekânlar açılabiliyor. Böyle bir yerin aylık yaklaşık 3.000-3.500 lira sabit gideri olacaktır (İstanbul’u düşündüm, diğer şehirlerde en az 1.000 lira daha düşük olabilir). Her haftasonu böyle bir etkinliğe evsahipliği yapar, hafta içinde de 1-2 kursa kapısını açarsa, atölye, kullanıcılar hiç para harcamaksızın, genel masraflarını çıkarabilecektir. Böyle mekânların sayısında yakın zamanda artış görüleceğini düşünüyorum.
Elbette çeşitli dernekler, vakıflar, okullar veya STK’ların salonları kurs mekânı olarak düşünülebilir, düşünülmelidir. Hatta birinin genişçe bir evinin salonunda bile kurs düzenlenebilir, yaptık, gayet de güzel, eğlenceli oluyor.
Lafı çok uzattım; asgari 15 kişinin katılacağı bir giriş kursunda 100 ila 150 arasında bir fiyat belirlenmesi gayet mümkün ve gerçekçi gözüküyor.
Son olarak, Ankara’da kurs yapmak farklı bir deneyimdi. Çok daha rahat bir ortamdı, birbirini hiç tanımayan katılımcılar daha ilk arada kaynaştı, gün boyunca ilgi hiç düşmedi, zorla (kendim yorulduğum için) ara verdim. Bir diğer hoşluk da araziye geçmiş, daha şimdiden kompost, yeşil gübre, kenar etkisi kullanımı gibi deneyimlere sahip insanların katılımıydı. Bu güzel deneyim için katılımcılara ve 100. Yıl Atölyesine canı gönülden teşekkürler (Atölyenin facebook sayfası şurada).
Toprak, tarım, su, yapı, ekoloji ve şehir… Eğitimler de kentlilere veriliyor. Şimdi eğitim alanlar uygulamalarını nerelerde yapacaklar? Sistem çiftlik ağı ile bir kapalı modelleme ile gidiyor. Eleştiri de bu noktada geliyor. Eğitimler yoga eğitimi gibi ver parayı al sertifikayı. Köyler ve köylülerle neden kurgulanmaz bu eğitimler? Alın bir köyü dönüştürün, merası ile tarlaları ile, su hasadı ile, bağlamları ile… Yapabiliyor musunuz? Yoksa her şey duygusalda devam mı edecek? Entel bir uğraşı olarak kalmaya devam edecek bu işler. Halka inmedikçe…
Sondan başlayayım : Şehirliler halk değil mi? Halk dediğiniz şey inilmesi gereken alt düzey bir topluluk mudur? Köyler ve köylüler “gelsin alsın birisi bizi de dönüştürsün” diye hazır kıta beklemekte midir? Yoga eğitiminin sertifikayla yapıldığını mı zannediyorsunuz? Çiftlik ağıyla kapalı modelleme derken ne kastediyorsunuz, yoksa aslında bir şey kastetmeyip “havalı laflar edeyim de birileri birşey söylediğimi zanneder” diye mi düşünüyorsunuz? Eğitim alanlar uygulama yapmaya niyetlilerse bunu nerede yapacaklarına bir otorite mi karar verecek, kendilerinin karar vermesi sizce de daha uygun olmaz mi? Eğitimleri verirken “katılımcıların kentli olması şarttır” diye bir şart gördüğümü hatırlamıyorum, siz bunu nerede görmüş olabilirsiniz acaba? Toprak, tarım, su, yapı, ekoloji ve şehir… Giriş cümlesinin en çok üç noktayla bitmesini sevdim, eminim yine çok havalı bir cümle kurduğunuzu düşündünüz… (evet üç nokta koydum bu cümlenin sonuna) Ve son olarak beş yıl önce PDC sertifikası alıp dört yıldır bir dağ köyünde yaşayan şehirli biri olarak bu cevabı yazdığımı da söyleyeyim.