Bir Sayfa Seçin

Gelecek Bereketli Olacak
Larry Korn (çeviri: Refik Akyüz)

Bu makalenin başlığını hem bir umut ifadesi hem de yeni bir tarım yaratırken bize katılmanız için bir davet olarak düşünün. Bizim tasavvur ettiğimiz, yerel koşullara ve insanların ihtiyaçlarına cevap niteliğinde olan tarım, sürdürülebilir, ekolojik gıda üretimi ve ormancılık yöntemlerini temel alır.

Bu iş için esas olarak, ‘Ekin Sapı Devrimi’ kitabının yazarı Japon çiftçi Masanobu Fukuoka’nın ve de ‘Permakültür I’ ve ‘Permakültür II’ kitaplarının yazarı Avustralyalı çevre bilimci Bill Mollison’ın çalışmalarından esinlendik. İkisi de yaşadığımız bölgeden uzak yerlerde yaşamış ve çalışmışlarsa da, tarıma yaklaşımlarında ortak bir görüşü paylaşmakta. İkisi de toprağın sürülmesinin en aza indirilmesi, ağaç ürünlerine, çok yıllık bitkilere ağırlık verilmesi ve de otlar, baklagiller, azot bağlayıcı bitki ve çalılar kullanarak toprak oluşturup zenginleştiren bitki birliklerinin kurulması uygulamalarının önemine dikkat çekmekte. Ayrıca, çeşitliliği ve karmaşıklığı korumanın ve de bitkileri, hayvanları ve de insan topluluğunu bütüncül, kendine yeterli tarım alanlarında bir araya getirmenin önemini vurguluyorlar. Biz Fukuoka ve Mollison tarafından öne sürülen ilkelerin sürdürülebilir yerel bir tarım oluşturmamız için sağlam bir başlangıç noktası sunduğunu düşünüyoruz.

Masanobu Fukuoka, ailesinin 1,400 yıldan uzun bir süre yaşamış ve tarım yapmış olduğu geleneksel bir Japon köyünde büyüdü. Fukuoka üniversiteden bitki patoloğu olarak mezun oldu, 25 yaşında modern toplumun temel ilkelerini sorgulamasına yol açacak ve onu hayatının geri kalanını adayacağı doğal tarıma yönelmesine sebep olacak bir olay yaşadı. Bizim çevresel ve toplumsal sorunlarımızın pek çoğunun kaynağının insanın doğayla olan bağını koparmasından kaynaklandığına inandı. Evine, babasının çiftliğine geri döndü ve 40 yıldan uzun bir süredir fikirlerinin geçerliliğini, onları tarım alanında uygulayarak kanıtlamakta.

Fukuoka’nın yaklaşımı doğal süreçlere mümkün olduğunca az müdahale etmekten geçiyor. Doğada normalde çimlenecekleri mevsimde tohumlarını atıyor ya da bitkilerin doğrudan kendilerini tohumlamalarına olanak tanıyor. Toprağı işlemiyor, bunun yerine kalıcı yer örtücü olarak kullandığı beyaz yoncayla (ak üçgül, Trifolium repens) toprağı yumuşak tutuyor ve zenginleştiriyor. Fukuoka, , yabani otları engellemek için toprağı sürmek ve tarım ilaçları yerine, beyaz yonca örtüsü, pirinç ve arpa samanlarından yapılmış malç kullanarak veya ürünleri dikkatlice bir zamanlama ile münavebeli ekerek yabani otların dirençlerini kırıyor. ‘Ekin Sapı Devrimi’nde açıkladığı gibi, “Sonuçta ne toprağı sürmeye, ne kompost hazırlamaya ne de kimyasal gübre veya tarım ilacı kullanılmasına gerek olduğunu anladım. Benim tarım yöntemim bu çok basit yönteme dönüştü. Gerçekten tohumları serpmekten ve samanı yaymaktan fazlası gerekmiyordu, ama bu sadeliğe ulaşmak 30 yılımı aldı.”

Fukuoka’ya göre doğal tarımın daha geniş kapsamlı anlamı, bitkilerin, hayvanların, toprağın, suyun ve iklimin doğal döngülerini yakından gözlemlemeyi ve kabullenmeyi öğrenmektir. Öyle ki, onlar sizin siz de onların bir parçası haline gelirsiniz. Ancak doğayı sadece gözlemleyerek öğrenmeye çalışmak zor bir şeydir; karşılıklı bir etkileşimin kurulması gerekir. Tohumlar ekerek ve sonuçlarını yakından gözleyerek doğadan ince ipuçları alabiliriz. Bu ipuçlarından bahçeciliği ve tarımı doğal döngülere uyarak yapmayı öğrenebiliriz. Bu yüzden bahçenizde, arazilerde ve ormanlarda sık sık yürüyüşlere çıkmak, gelişmeleri izlemek ve edinilen bilgileri daha sonra bitki yetiştirirken uygulamak önemlidir.

Fukuoka’nın Japonya’nın güneyindeki çiftliğinde geçirdiğim bir buçuk yılda onun basit -ama bir o kadar da incelikli- yetiştirme yöntemlerinin yerel ürünlere ve koşullara göre biçimlendirilmiş olduğunu fark ettim. Yöntemlerinin çoğunun benim yaşamakta olduğum Kuzeybatı Pasifik’e doğrudan uyarlaması çok zor olmasına rağmen, onun çalışması, hayat boyu süren ısrarlı bir çabayla ve doğanın sabırla gözlemlenmesiyle nelerin elde edilebileceğinin bir kanıtıdır.

Bill Mollison, bilinçli tasarlanmış, kendi kendine yetebilen ekosistemler kavramını icat edip, bunu ‘permakültür’ olarak adlandırdı. Onun bitki ve hayvan türlerinin büyük bir çeşitliliğine dayanan sistemi, -arazide çok çeşitli faydalı kullanımları olan- ağaç ürünleri ve diğer çok yıllık ürünlerin önemini vurgular. Kullanılan bileşenler, her bir alanın kendine özgün koşulları ve niteliklerinden yararlanan bütüncül bir sistem oluşturacak şekilde tasarlanır. Bu tasarımda en fazla ilgi isteyen türler yerleşim merkezine en yakın olacak şekilde yerleştirilir, en az ilgi isteyen bitki ve hayvanlar ise çeperde yer alır. Çok dikkatli bir tasarım sayesinde, alana dışarıdan gelen rüzgâr, güneş, su, yangın ve yaban hayatı gibi enerji kaynakları sistemin tümüne faydalı olacak şekilde kullanılır veya engellenir. Burada esas fikir, kurulduktan sonra en az bakımla işletilebilecek, çok yıllık, çok verimli bir ekosistem yaratmaktır. Ne Mollison’ın ne de Fukuoka’nın sistemleri ‘hiç çalışmama’ yöntemleri içerir, ama ikisi de gereksiz işi en aza indirme ilkesinden yola çıkar.

Mollison’ın fikirleri bir hayli heyecan yaratmış, tartışmalara da yol açmıştır. Bazıları, yerel ve yabancı türlerin bu tarz bir çeşitliliğinin -belki de ilk defa- bir araya geldiğinde nasıl bir etkileşim yaratacağını sorgulamıştır. Kimileriyse beyaz yonca, akasya ve akçaağaç gibi azot bağlayıcıların yoğun bir şekilde yetiştirilmesinin en az bakım ilkesiyle uyumlu olup olmadığı konusunda kuşkularını dile getirmiştir. Kimileriyse, Mollison’ın türler arasındaki olabildiğince çok karşılıklı ilişki kurmanın sistemi daha istikrarlı hale getireceği iddiasını gerçekçi bulmamıştır. Permakültürün bu temel varsayımı hâlâ ekolojistler arasında bir tartışma konusudur.

Bence bu tartışmanın nedeni işleyen permakültür modellerinin azlığından kaynaklanmakta. Yıllar süren dikkatli gözlem ve deneyleri temel alsa da, Mollison’ın iddiaları hâlâ büyük ölçüde kuramsaldır ve uygulamalarla kanıtlanmayı beklemektedir. Durum, Fukuoka’nın doğal tarımla ilgili yaşadığı esinlenmenin sonrasındaki, ama çiftliğine dönmeden önceki haline benzemektedir. Permakültür kavramının kullanışlılığı, Kuzeybatı Pasifik’te ve dünyanın diğer yerlerindeki bahçe ve çiftliklerdeki uygulamalarından sonra kanıtlanacaktır.*

Kuzeybatı Pasifik’te ve Kuzey Amerika’nın diğer bölgelerinde geliştirilmekte olan çeşitli kendine yeterli tarım uygulama modelleri -özgün tekniklerin yerel koşullara uyarlanması gerektiği için- tamamen Fukuoka’nın pirinç tarımının veya Mollison’ın Avustralya’da yaptığı permakültür örneklerinin benzeri olamaz. Bunlar bunun yerine, insanların, geçmişteki doğaya yönelik sömürgeci yaklaşımdan kaynaklanan zararı onarmasına ve de insan potansiyelini eksiksiz şekilde hayata geçirmeye yardımcı olacak yeni bir hayat biçimi ve tarım yöntemlerini kurmasına yönelik çeşitli girişimlerin örnekleridir. Doğal tarım ve permakültür, basit bahçecilik veya tarım tekniklerinden öte, bir duruşu ve hayat biçimini kapsamakta.

Kuzeybatı Pasifik’te sürdürülebilir bir tarım geliştirmek toprağın sağlığını geri kazanmasına ve istikrarlı insan toplumları yaratılmasına yardımcı olacaktır. Aynı zamanda dünyanın diğer bölgelerinde bizim hedeflerimizi paylaşan insanlara bir model sunacaktır. Bu zaman, sabır ve çok büyük bir çaba isteyen bir iştir, ama birlikte çalışarak, deneyimlerimizi paylaşarak ve hedefimizi sürekli somutlaştırarak, sürekli bolluk içinde bir geleceği birlikte yaşayabiliriz.

‘The Future is Abundant, A Guide to Sustainable Agriculture,’ (Gelecek Bereketli Olacak, Sürdürülebilir Tarım için bir Rehber), 1982 Tilth baskısından. Orijinal adres: http://www.mulandscaping.com/ArticleTheFutureIsAbundant.htm

*Bu makalenin yayımlanışının üzerinden 30 yıl geçti, bugün o işleyen sistem örnekleri artık çok sayıda görülmekte. (çn.)