Bir Sayfa Seçin

PERMAKÜLTÜR NE ZAMAN ETKİ YARATIR?

Bize sıklıkla şöyle bir ricada bulunuluyor: “Permakültürle ilgileniyorum ama kullanabileceğim bir arazi yok ve nereden başlayacağımı da bilmiyorum. Yardımcı olabilir misiniz?” Biz de, Patrick Whitefield’dan bu konuda bazı bilgiler vermesini rica ettik.

Makale ilk olarak Permakültür Dergisi’nin [Permaculture Magazine] 29. sayısında yayımlanmıştır.

Çeviri: Ayda Sevin Küyel

Permakültürün ana fikri, etkinliklerimizde doğal ekosistemleri örnek almaktır. Eğer çalışacak bir çiftliğiniz ya da ağaçlık bir araziniz, hatta büyük bir bahçeniz varsa bu pekâlâ mümkündür. Peki ya yalnızca şehir içinde küçük bir bahçesi olanlar, ya da bahçesi bile olmayanlar ne yapacak? Onlar permakültürü nasıl uygulayabilirler?

Eğer permakültür yalnızca belli bir ekosistemin, örneğin bir gıda ormanının doğrudan taklidi demek olsaydı, uygulanması oldukça güç olurdu. Fakat mesele bundan ibaret değildir. Permakültürün özü, doğal sistemlerinin dış görünüşlerini kopyalamak değil, bu sistemlerin işleyişlerinin dayandığı ilkeleri anlamak ve bunları kendi faaliyetlerimize uygulamaktır.

Herhangi bir ekosistemin işlemesini sağlayan şeylerden biri, bunun tüm bileşenleri arasındaki faydalı ilişkiler ağıdır. Buna verilebilecek bir örnek, çiçekli bitkiler ile polen taşıyan böcekler arasındaki ilişkidir: Bu ilişkide, taraflardan biri üreme ihtiyacını karşılarken, diğeri de beslenmiş olur. Kendi hayatımızda da benzer ilişkiler kurabilir ve böylece ihtiyaçlarımızı karşılamanın ekolojik bedelini azaltabiliriz.

Ekolojiden öğrenebileceğimiz diğer bir şey de, gelişmiş bir ekosistemdeki en başarılı bitki ve hayvanların, enerji ve diğer girdilere olan ihtiyaçlarını asgariye indirmiş olanlar olmasıdır. Öncü bitkiler, sarf ettikleri enerji kütleleriyle bitki başına on binlerce tohum üretir, ancak devirleri de hemen dolar. Çok daha az üretim yapan, ama daima kalıcı olacak bitkiler kısa süre içinde bunların yerlerini alır. Bundan çıkarılacak ders açıktır.

Ekolojik Etki
Mademki permakültürün amacı zararlı olan ekolojik etkimizi azaltmaktır, atacağımız ilk adım da hayatımızın hangi yönlerinin en fazla etkiyi yarattığına göz atmak olmalıdır. Ekolojik Ayak İzimiz adlı kitap, dilim grafiğinde gösterilen oranları ortaya koymaktadır.

Bazı çalışmalar bu kitaptakilerden farklı oranlar ortaya koymaktadır, en büyük dilimi gıdaya değil ulaşıma vermektedir. Herşey, farklı türden etkilere ne kadar ağırlık verdiğinize – hangi boyutta küresel ısınma bir türün yok olmasına denktir?- ve neyi nereye yerleştirdiğinize göre değişir. Eğer Kenya’dan uçakla gönderilen yeşil fasulyeleri ulaşım kategorisi altına koyarsanız, o zaman gıda da ucuz kurtulacaktır.

Eğer bir kişi işine araba kullanarak değil de yürüyerek giderse ekolojik etkisinin daha da artabileceğinin, çünkü hareket etmesine bağlı olarak daha fazla yemek yemesinin ekolojik bedelinin araba kullanmaktan daha fazla olacağının iddia edildiğini bile duydum! Hepimiz iş yerine arabayla gitmeliyiz demek istemiyorum; ama muhtemelen gezegene yardımcı olabilmek için yapabileceğimiz en iyi şey, yerel olarak üretilmiş organik gıdalar tüketmek olacaktır.

Gıda
Permakültürde gıdaya büyük önem verilir. Bunun nedeni kısmen permakültürün ilk olarak tarıma bir alternatif olarak düşünülmüş olması ve kapsamının ancak daha sonra yaşamın diğer yönlerini de içerecek şekilde genişlemiş olmasıdır. Bununla birlikte, gıdanın Ekolojik Ayak İzi araştırmasındaki ağırlığı da, gıdaya verilen bu önemin tamamen yerinde olduğunu göstermektedir.

Tükettiğimiz enerjinin yalnızca yüzde biri tarım uygulamalarında kullanılmakta iken; bu enerjinin on iki katı tarım ürünlerini ulaştırma, işleme, paketleme ve pazarlamakta kullanılmaktadır.

Enerji kullanımı, ekolojik etkinin yalnızca kabataslak bir göstergesidir. Çiftlikler yeryüzünün büyük bir kısmını kapladıklarından, biyoçeşitlilik üzerinde -örneğin diğer insanî etkinliklere göre- çok daha doğrudan bir etkileri vardır. Buna rağmen, enerji oranının gösterdiği üzere, gıdamızı nereden temin ettiğimiz de en az nasıl yetiştirildiği kadar önemlidir.

Havayolu ile Yeni Zelanda’dan gelmiş organik bir elmayı mı, yoksa beş mil öteden gelen ve kısa ömrü içinde 24 kere ilaçlanmış bir elmayı mı yemeyi tercih ederdiniz?

Tahıl, fındık ve baklagiller gibi kuru gıdaların ithal edilmesinin etkisi daha azdır. Çünkü çabuk bozulmadıklarından havayolu yerine denizden ya da karadan ulaştırılırlar. Meyve ve sebzelerdeki %90 oranındaki suya kıyasla çok daha az su içerdiklerinden, kalori başına düşen ulaştırma maliyeti her halukarda çok daha azdır.

Elbette en iyisi hem yerel hem de organik olan gıdalar tüketmektir. Fakat İngiltere’de tüketilmekte olan organik ürünlerin %70’i ithal edilmektedir. Dolayısıyla üçüncü öncelik, daha çok İngiliz çiftçi ve bitki yetiştiricisini organiğe teşvik etmektir. Böylece daha çok insanımız, uzun mesafeli ulaşımın ekolojik bedeline maruz kalmadan, besin değeri gerçekten yüksek gıdalar yiyebilir.

Her üç hedefe ulaşmak için de, bağlantılar kurmaya ilişkin permakültür ilkesinden faydalanabiliriz. Burada sözkonusu olan, üretici ve tüketici arasındaki doğrudan bağlantıdır. Meyve ve sebzelerin yetiştiricileri tarafından doğrudan olarak tüketicilere satıldığı bir “Kutu Dağıtım Projesi”ne katılmakla, yalnızca gıdaların nereden geldiğini ve nasıl yetiştirildiğini tam olarak bilmekle kalmaz, aynı zamanda organik yetiştiriciliği üreticiler için mali açıdan daha makul kılmış ve böylece yerel organik üretimin artmasını teşvik etmiş oluruz.

Bir süpermarkette harcanan her bir sterlinin ortalama olarak yalnızca on penisi gıdayı bilfiil yetiştirmiş olan kişinin cebine girmektedir. Ama doğrudan satış yoluyla paranın tamamı bu kişilerin cebine girecektir. Bir “Kutu Dağıtım Projesi” yürütmenin gerektirdiği fazladan çalışma ve masraf hesaba katıldığında bile, üreticiler yine de süpermarkete satış yaparak erişebileceklerinden daha iyi yaşam koşullarına sahip olabilecektir. Bu durum özellikle de ölçek ekonomileri kendilerinden yana olmayan küçük yetiştiriciler için geçerlidir.

Daha da güçlü bir bağlantı, Toplum Destekli Tarım (TDT) olarak da bilinen bir üyeliğe dayalı tarım projesine katılarak kurulabilir. Bu planlarda ürününüz için haftalık olarak ödeme yapmak yerine, sezon başında bir hisse satın alır ve hasat zamanında payınızı alırsınız. Genellikle tüm parayı bir anda bulamayan kişiler için taksitli olarak ödeme yapma imkânı da vardır. Fakat ne kadar kişi ön ödeme yapabilirse o kadar iyidir, çünkü böylece çiftçiler borca girmez; eğer ürünlerin ekimi için borçlanmak zorunda kalırlarsa, faiz ödemeleri gelirlerinin çoğunu tüketebilir.

Çiftçi Pazarları da üreticiler ve tüketiciler arasında doğrudan bir bağlantıdır. Bunların çoğunda, gıdanın pazara belli bir mesafede yetiştirilmesi ve tezgâhtaki kişinin çiftçinin kendisi ya da çiftlikte çalışan biri olması şart koşulur. Buralarda ürünün organik olması gerekmez; ama bu pazarlar üreticilerle yüz yüze konuşmak ve belki de onları organiğe dönmeye ikna etmek için ideal bir fırsattır.

Kendi kendimize yetiştireceğimiz her türden gıdanın ise yerel kaynaklardan satın aldığımızdan çok daha az bir ekolojik etkisi olacaktır. Bahçeleri olmayan insanlar bile filizlenen tohumlar ile kendi gıdalarının bir kısmını yetiştirebilir. Filizlenme, sindirimi diğerlerine nazaran daha zor olan ve önemsiz miktarda vitamin içeren bir besini bile, kolayca sindirilebilir ve ömrü boyunca sahip olabileceğinden daha fazla vitamine sahip küçük bitkilere dönüştürebilir. Besin değerindeki bu artış, kesinlikle yemek hazırlamaktan çok daha iyi bir gıda üretimi biçimidir ve herkes mutfağında küçük bir bahçecik oluşturabilir.

Ulaşım
Trenler doğa dostu değildir; yalnızca arabalardan daha az zararlıdır. Ulaşımda yapılacak olan ilk tercih, bu iki kötü seçeneğin arasından daha iyi olanı değil; işe, okula, alışverişe vs. giderken uzun mesafeler katetmemiz gerekmeyecek bir yerde yaşamayı seçmektir. Bu, birçoğumuz için şehir içinde oturmak anlamına gelir. Permakültür adına en iyi olanın köyde yaşamak olduğu düşüncesi, yalnızca geçimini buradan elde eden ve basit bir hayat sürmek isteyen bir azınlık için geçerlidir.

Burada yine bağlantı ilkesi söz konusudur. Bağlantılar yalnızca bileşenleri doğru yerleştirdiğimiz takdirde kurulabilir ve permakültürün genellikle bir tasarım sistemi olarak kabul edilmesinin nedeni de budur. Tasarım, hayat tarzımızın tamamını gözden geçirmekle başlar; dolayısıyla kendimizi, yapmamız gereken yolculukları fosil yakıtlar harcamadan yapabileceğimiz bir yere konumlandırmalıyız.

Arabasız yaşamak, yaşamlarımızı yeşil kılmak için hepimizin yapabileceği yegâne büyük değişimdir, ama bu adımı atmak hepimizin istediği ya da yapabileceği bir şey değildir. İyi bir orta yol olarak bir araba paylaşım kulübüne üye olabiliriz. Bu kulüpler Avrupa’nın birçok ülkesinde şimdiden oldukça gelişmiş durumdadır ve İngiltere’de de yeni yeni başlamaktadır.

Araba paylaşmanın iyiliği, her bir kısa yolculuk için araba kullanmanın mali teşvikini tersine çeviriyor olmasıdır. Kendi arabanız olduğunda, size maliyetinin çoğu sabit masraflardan oluşur ve fazladan bir kısa yolculuğun maliyeti yalnızca biraz benzindir. Araba paylaşım kulübünde ise her bir yolculuk için toplam maliyetin belli bir miktarını öder, böylece ne kadar az araba kullanırsanız sabit masraflardan da o kadar tasarruf etmiş olursunuz. Paylaşım yapan insanlar sonuç olarak yılda hem 1.000 ilâ 2.000 pound hem de ciddi miktarda karbondioksit tasarruf etmiş olurlar.

Hava yolculuğu ise arabadan bile daha zararlıdır. Uçaklar yalnızca daha fazla yakıt tüketmekle kalmaz, aynı zamanda egzoz gazlarını da atmosferin yüksek bölgelerine bırakırlar; ki bir tahmine göre, bu gazların her bir molekülü, kara seviyesinden bırakılanlara göre otuz kat fazla hasara sebep olur. Florida’ya tek bir gidiş-dönüş yolculuğu yapmakla, her bir yolcunun, dünyanın iklimini sabitlememiz için gereken seviyeye ulaşmak adına ömrü boyunca kullanmasına izin verilebilecek karbondioksit çıktısının tamamını kullandığı hesaplanmıştır. Her ne kadar seçimimi diğer insanlara dayatmaya çalışmayacak olsam da, ben şahsen bir daha asla uçmamaya karar verdim.

Barınma
Bir kez daha, verilecek ilk karar nerede yaşanacağına ilişkindir. Enerji verimliliği en yüksek olan barınma biçimlerinden biri sıra evlerdir. Her bir ev ısısının bir kısmını komşuları ile paylaşır ve ısının dışarıya kaçabileceği çok az dış yüzey vardır. Bunu diğer uçta bulunan tek katlı müstakil bir kır evi ile kıyaslarsak, ikincisinin, hacmine oranla çok daha fazla yüzey alanı vardır.

Bir evin enerji verimliliğini artırmak söz konusu olduğunda, basit ve ucuz çözümlerin genellikle hem nakit hem de enerji açısından ileri teknolojiye yönelik yeniliklere göre daha iyi bir geri dönüşü olur. Yoğuşmalı kazanların kullanıldığı son model merkezi ısıtma sistemleri inanılmaz derecede verimlidir. Fakat eğer eski sistemi miadını doldurmadan çöpe atarsanız, “gömülü enerji” olarak bilinen, en başta bu sistemi kurmak için harcanmış olan enerjinin bir kısmını da boşa çıkarmış olursunuz. Yani bu yöntem pahalıdır ve enerji bakımından kârlı çıkmış da olmayabilirsiniz. Yalıtımlı çift cam için de neredeyse aynı durum geçerlidir.

Hava giriş çıkışına yönelik sağlam bir yalıtım eski bir evde harika bir geri dönüş sağlayabilir. Dış duvarlardan biri üzerinde bulunan herhangi bir kaloriferin arkasına kalay folyo koymak, ısının duvar aracılığıyla iletilip dışarı kaçmasını engelleyerek ısıyı eve geri yansıtır. Standart olarak 150 mm olan çatı yalıtım malzemesinin kalınlığını 300 hatta 450 mm’ye çıkartmak da çabanıza değecektir.

Eğer buzdolabı ya da çamaşır makinesi gibi eskimiş bir cihazı değiştirmeniz gerekiyorsa, almadan önce biraz gezinin. Farklı modellerin enerji randımanları arasında ciddi farklılıklar vardır ve en pahalı olan en verimlisidir diye bir koşul yoktur.

Enerji tüketimimizi öncü bitkilerin seviyesinden gelişmiş bir ekosistemdeki başarılı bir yaşam için uygun olan seviyeye düşürdükten sonra, artık ne tür enerji kullanmamız gerektiğine bakabiliriz. Yenilenebilir enerjilerin, kültürümüzde mevcut olarak kişi başına yapılan tüketimi kaldırma şansı yoktur. Arka bahçeye bir yel değirmeni koymak çoğumuz için uygulanabilir değildir; fakat, biraz daha pahalı olmakla birlikte, yalnızca yenilenebilir enerji sağlayan birkaç elektrik şirketi bulunmaktadır.

Tüketim Maddeleri
Yine sorulması gereken ilk soru, neler satın aldığımız değil, toplamda ne kadar şey aldığımızdır. Farklı ürünler arasında kullanım açısından faydalı seçenekler vardır. Örneğin geleneksel pamuk üretiminde çok fazla miktarda sulama suyu ve böcek ilacı kullanılır. Günümüzde ise organik pamuk, hatta kenevir ve keten ürünleri almak mümkündür, ki bunlar burada, İngiltere’de yetiştirilebilir. Ancak hiçbir sürdürülebilir sistem tüketimimizin tamamını kaldıramaz.

Moda kavramının buradaki sorumluluğu büyüktür. Geçen yıl ne giydiysek bu yıl da onu giymenin, ya da anneannelerimizin kullandığı banyo eşyalarının aynısını kullanmanın sonuna kadar kabul gördüğü yeni bir kültür yaratmamız gerekiyor. Evladiyelik şeyler satın almak, iyi bir ilkedir. Bunlar uzun vadede muhtemelen daha ucuz tutacaktır. Diğer bir ilke de mümkün olduğunda ikinci el ürünler almaktır.

Yardımı Dokunacak Kişiler
Belki de en iyi bağlantılar, bizimle aynı yolun yolcusu olan diğer insanlarla kuracaklarımızdır. Yaşam biçimlerimizi yeşillendirmeye dair en zor şeylerden biri, tek başımıza olduğumuz hissidir. Aynı amacı paylaşan kişilerin birbirlerine destek olmasından daha yararlı bir şey yoktur.

Bir başlangıç yapmanın en iyi yolu, ister giriş niteliğindeki bir haftasonu kursu ister daha uzun bir tasarım kursu olsun, bir permakültür kursuna gitmektir. Bu kurslar permakültür hakkında kitap ya da dergi yazılarını okuyarak öğrenebileceklerinizin ötesinde derinlemesine bir kavrayış kazanmanızı sağlar. Bir permakültür kursunun en faydalı ve eğlenceli yönlerinden biri de aynı kafadan birçok kişiyle tanışmak olabilir.

Kendi muhitinizde sizinle aynı kafadan olan insanlara ulaşabilmenize yardımcı olması için bir permakültür derneğine üye olabilirsiniz; size bölgenizdeki adayların bir listesini vereceklerdir. Muhtemelen birçoğunun hevesli bahçıvanlar olduğunu göreceksiniz.

Bahçıvanlıktan hiç bahsetmeden permakültür hakkındaki bir yazıyı nasıl oldu da bu kadar uzatabildim? Bahçıvanlık permakültürün çok önemli bir parçasıdır. Dahası, burada bahsettiğim birçok şey neler yapmamak gerektiği hakkında iken, yiyecek yetiştirmekse olumsuz ekolojik etkimizi olumlu kılmak için etkin olarak yapabileceğimiz bir şeydir. Permakültür bahçeciliği öylesine geniş bir konu ki, yalnızca ona özel ayrı bir makaleyi hak ediyor.

Patrick Whitefield permakültür öğretmenidir ve The Earth Care Manual, How to Make a Forest Garden ve Permaculture in a Nutshell’in yazarıdır.

Bu makalenin resimli örneklerin de yer aldığı bütün hali Permakültür Dergisi’nin 29. sayısında yer almaktadır ve eski sayılar bölümünden satın alınabilir. Makalenin orijinal adresi: http://www.permaculture-magazine.co.uk/articles/archive/article_29.html