Karar Almadan Karara Varmak
Tom Atlee (çev: hira d.)
1
Herhangi bir karar alınmadan bir karara varıldığına ilk kez batı Colorado’da bir gübre fabrikasında, içinde yer aldığım topluluğun diğer üyeleriyle mahsur kaldığımız o gün tanık oldum. Mekân leş gibi kokuyordu, içerisi sıcak mı sıcaktı. Dışarıda gök yarılmışçasına boşalan yağmur metal çatıyı dövmekteydi. Sırılsıklam halde içerde toplaşmıştık ve hiç de mutlu sayılmazdık.
Her biri ayrı tellerden çalan dört yüz kişi her gün yaklaşık 20 kilometrelik bir yürüyüş sonucunda yeni bir yere kurulan bir çadır yerleşimde birlikte yaşamaya çabalıyordu. 1986 yılında, ülkeyi bir ucundan diğerine kat eden Küresel Nükleer Silahsızlanma için Büyük Barış Yürüyüşü’nü gerçekleştirmekteydik ve her an dağılmak üzereydik. Bir türlü çözümlenemeyen bir ihtilaf bizi içten içe kemirmekteydi: “dünyanın geri kalanına karşı makul görülecek bir görünüş sergilemek” ile “kendi özgün duruşumuzu tüm açıklığıyla ortaya koymak” arasındaki bildik çatışma yaşanmaktaydı.
Neredeyse bütün topluluklar bunun bir benzerini yaşar. Bu gübre fabrikasına girdiğimizde, bizdeki ihtilaf neredeyse iki aydır sürmekteydi. Karşıt kutuplar şunlardı: “Medyayı etkilemek ve trafik açısından düzeni sağlamak için düzenli sıralar halinde yürümeliyiz!” diyenler ile “Kırın bayırın keyfini çıkarmak ve geçtiğimiz yerdeki insanlar ile sohbet etmek için herkes kendi hızında dağınık sıralar halinde ilerlemeliyiz!” diyenler. Her iki taraf da yürüyüşten her an çekilebilirdi.
Ama o gün ortak düşmanımız olan yağmur nedeniyle kısa bir süreliğine de olsa baş başa kalmıştık. Bu geçici toplanmada fırsat bu fırsat diyen birkaç akıllı yürüyüşçü, hemen basit bir ses düzeni kurup, yaşanan ihtilaf hakkında isteyenleri birkaç dakikalık konuşmalar yapmaya davet etti. Davete icabet ettik, coşkuyla ve plansız programsız.
“Hem barıştan bahsedip hem de insanları nasıl olur da askeri birlik gibi yürümeye zorlarız?!!”
“Basın bizimle karman çorman bir hippie çetesi diye dalga geçerse, silahsızlanmaya ne katkımız olur ki?!!”
“Uyumlu ve düzenli şekilde ilerlememezsek Washington’a nasıl varırız?!!”
“Kimse nasıl yürüyeceğimi bana dikte etmesin!!”
“Burada bir disiplin sağlayamazsak öfkeli bir motorcu içimizden birine çarpabilir.”
“Ben enerjimi gökten ve ağaçlardan alıyorum. Etrafımda bir sürü insan olursa bu teması kuramam.”
Bu şekilde iki saat kadar sürdü, herkes sadece tek sefer konuştu. Konuşmalar ilerledikçe, konuşmacıların önceden söylenenleri giderek daha çok dikkate aldığını fark ettim. Bir kolaylaştırıcı olmamasına rağmen, monologlar giderek diyalog gibi duyulmaya başlanmıştı. Her bir konuşmacı kafamdaki ve yüreğimdeki karşıtlıkları ve nüansları açığa çıkarmaktaydı. Bazı yerli halkların “Tek Büyük Akıl” diye adlandırdığı şeye doğru ilerlediğimizi hissetmeye başlamıştım. Barış Yürüyüşü grubu belli ki bu zorlu sorunu tüm boyutlarıyla ele almaya çalışmaktaydı.
Derken biri şöyle dedi: “Şehirlerde hep birlikte yürümeye ve şehir dışında herkesin kendi hızında gitmesine ne dersiniz?” Bir diğeri şunları söyledi, “Ben de medya fotoğrafçısı olarak düşündüm de, şehirde toplu pozlar kırsalda ise dağınık pozlar vermek daha anlamlı”. Bir diğeri de, “Eh, birine şehir modu, diğerine kır modu der ve uyarız,” diye ekledi. Tam bu sırada yağmur durdu. İki saattir süren çatının tangırtısından sonra, sessizlik sağır ediciydi. Daha fazla yorumda bulunmadan dışarı çıktık.
Çamurlu araziye çıktığımızda hiçbir kararın alınmadığı kafama dank etti. Oylama yapılmamıştı. Fikir birliği arayışına girilmemişti. Herhangi bir beyanda bulunulmamış ya da kayıt altına alınmamıştı. Topluluk Amerika sokaklarında ve yollarında yürürken nasıl davranacağını “biliyordu”. Sonraki haftalarda da topluluğun ezici çoğunluğu bunu yaptı.
2
Yıllar sonra, Onandaga Iroquoilerin dini lideri Oren Lyons’ın kabilesinin konsey geleneğiyle ilgili şu sözlerini okudum: “Konuşmaya durmaksızın devam ettik, ta ki aşikâr gerçekten başka bir şey kalmayana dek”. Bu “aşikâr gerçeğe” bir kez ulaşıldığında bir “karara” gerek kalmaz. Bu gerçek, insanları özgür kılmakla kalmaz, bir grubun ya da topluluğun kendi kendini organize etmesini sağlar.
Elbette gerçeğin bu şekilde ortaya çıkması meselenin bütün yönleriyle, bütün duygusal boyutlarıyla ele alınabilmesi, insanların kendilerine ve birbirleri arasında dillendirilen hikâyelerin aktarılması, çeşitli seçeneklere dair bilgilerin ifade edilmesi sayesinde gerçekleşti.
O koca aşikâr hakikatleri keşfederek karar almadan karara varabilmek için en az beş koşul gerektiği kanaatindeyim: 1) Çeşitlilik; 2) Tutku; 3) Motivasyon (Adanmışlık / Sorumluluk / Zaruret); 4) Derin Diyalog; 5) Yeterli Süre.
Çeşitlilik: Çeşitlilik olmadan yaratıcı bir gerilim sağlanamaz ve büyük resmi görme şansı yakalanamaz. Her grup çeşitlilik içerir, ancak bazen doğru bir çeşitlilik eksik kalabilir. Şu soru hep akılda tutulmalıdır: “Bu sohbette başka kim olmalıydı?” Lakin çeşitliliğin bitmek bilmez münakaşalara boğulup kalması engellenmelidir ki hakiki bütünlük ortaya çıksın.
Tutku: Tutku olmaksızın keşfe gitmeye yetecek enerji sağlanamaz. Genellikle bize tutkulu olmayı bir tarafa koymamız, itidal salık verilir, çünkü tutkululuk hali dogmatizm ve esnek olamama ile karıştırılır. Oysa ancak yaratıcılık neredeyse tutku oradadır. Başkalarının tutkularıyla ilişki kurabildikçe fikri sabitler ve önyargılar kırılabilir. Bu da ortak vizyonlar ve çözümlerin gerçekleştirilmesi için gereken enerjiyi ortaya çıkarır.
Motivasyon: Adanmışlık (ya da sorumluluk veya zaruret) olmaksızın, konuşmaların kaçınılmaz uyumsuzlukları aşıp yaratıcı keşfin heyecan paylaşımına ulaşabilecek kadar uzun sürebilmesi için insanlar bir arada durmaz.
Derin Diyalog: “Derin diyalog” tabiriyle ortak kavrayış, bağlantı ve mümkünata doğru ilerleyişi kastediyorum. Derin diyalog bir yöntem değildir. İlgi, dinleme ve saygı özelliklerine dayalı bir arayış ve muhabbeti niteler. Buna uzlaşımla, grup kültürüyle, fiiliyatla, kaza eseri ya da kolaylaştırıcı desteğiyle ulaşılabilir. Yukarıdaki Barış Yürüyüşü örneğinde, biz bir grup kültürü olan “konuşma çubuğu dairelerini” kullanmaktaydık. Bu Kızılderili uygulamasında insanlar çember halinde oturur, çemberde her kişi elden ele dolaşan bir nesne kendisine geldiğinde “yüreğinden geçenleri” tüm çıplaklığıyla dile getirir. Aylardır bu dairelerde konuşmuştuk ve bu ruh o gece derin diyalog kurabilmemize yardımcı olmuştu.
Yeterli Süre: “Yeterli süre” ne kadardır? Bazen on dakika. Bazen on ay. “Yeterli süre” genellikle bir meselenin nadasa bırakılmasını -insanların toplantılar arasında bunun üzerinde düşünmesi, bakış açılarının adım adım şekillenmesi- içerir.
“Decision” (karar verme) sözcüğü Latince “budamak”, “kesip atmak” anlamına gelen kelimelerden türemiştir. Karar vermek bütün seçenekleri teke indirgemek demektir. Colorado’daki gübre fabrikasında yaşananda ise ne bir budama vardı ne bir pazarlık; çeşitli koşullar grupça aşikâr gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamıştı, tıpkı bir tohumun tomurcuklanması gibi.
Kısaltılarak çevrilmiş bu yazının orijinal adresi:
http://www.co-intelligence.org/I-decisionmakingwithout.html
Trackbacks/Pingbacks