Bir Sayfa Seçin

YENİ BİR YERYÜZÜNÜN TEMELİ: SUYUN SIRRI

Doğal Su Döngüsünü Yağmur Suyu Göletleri Yaratarak İyileştirmek

 

Bu yazı Bernd Mueller’in Mayıs 2011’de yaptığı doğaçlama konuşma temel alınarak yazılmıştır. Metnin Almanca’dan İngilizce’ye çevirisini Rabea Herzog ve Jeff Anderson yapmıştır. İngilizce’den Türkçe’ye Evren Yılmaz Tekin ve Fatoş Altuncan tarafından çevrilmiştir.

 

“Bütün insanlığın su, enerji ve gıdaya bedava erişebilmesi mümkündür”

 

Sağlığını kazanmış bir dünyanın görüntüsünü sık sık tüm canlılığıyla gözünüzde canlandırmanızı istediğimden bu alıntıyı konuşmamın başına aldım. Bu kadar mümkün ve açıkça karşımızda duran bir gerçeğin imkânsız bir ütopyaymış gibi görünmesine izin vermemeliyiz. Bütün insanların bedava su, enerji ve gıdaya sahip olduğu bir dünya mümkündür. 80 yıl kadar önce bir öncü, müthiş düşünür ve su araştırmacısı olan Avusturyalı Viktor Schauberger de benzer düşünceler dile getirdi. Viktor Schauberger dünyanın bugün karşı karşıya kaldığı sorunları öngördü ve çözüm yollarını gösterdi. Çözümün kilit noktası suyun doğru muamele görmesidir. Bu nedenle konuşmamda size sudan bahsedeceğim. Su hayattır ve hayatın olduğu yerde besin ve enerji vardır.

 

2010 – 2020 arasındaki 10 yıllık dönem Birleşmiş Milletler tarafından ‘Çöller ve Çölleşmeyle Mücadele’ yılları olarak ilan edildi. Günümüzde en büyük küresel sorunlardan biri artan çölleşmedir. Günümüzde karaların %40’ından fazlası kurak bölge sınıfına girmektedir. Avrupa’da da, örneğin burada İber yarımadasında çölleşme süreci çok dramatiktir. İspanya topraklarının üçte biri çoktan kuraklaşmıştır. Ama dünyada kurak alanların büyük kısmı en fakir ülkelerde bulunmaktadır. Milyarlarca insan günümüzde yiyeceğe ve temiz suya erişemiyor. Hâlâ görmezden gelmeye çalışsak da bu durumun kısmen endüstrileşmiş ülkelerdeki hayat tarzımızdan kaynaklandığını biliyoruz. Bu hayat tarzı her gün, her saat, her dakika sağlıksız, kirli sular nedeniyle dünyanın bir köşesinde çocukların hastalanıp ölmesine, insanların kalan son temiz su kaynakları için savaşmasına ve hayvanların susuzluktan ölümüne neden oluyor. Temel hayat kaynağı olan su bugün savaş, çekişme, hastalık ve inanılmaz miktarda acı kaynağı.

 

Bu nedenle Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales 2008’de ‘Gezegenimizi, Yaşamı ve İnsanlığı Kurtarmak için 10 Emir’ başlıklı açıklamasında küresel su krizine çözüm talep etti ve suya erişimi bir insan hakkı olarak ilan etti.

 

Bu talebe tüm kalbimle katılıyorum. Bütün insanlar ve hayvanlar sağlıklı içme suyuna erişim haklarını geri kazansınlar diye bu konuşmayı yapıyorum. Yağmur suyu göletleri ve ‘model üniversiteler’ fikirleri bu nedenle geliştirildi.

 

YANLIŞ SU YÖNETİMİNDEN KAYNAKLANAN ÇÖLLEŞME

 

Biz insanlar çölleri ve yarı çölleşmiş bölgeleri tekrar pınarların aktığı, yaşamla dolu tabiat parçalarına dönüştürecek bilgiye sahibiz. Çölleşme çoğu durumda doğal bir olay olmayıp suyun küresel ölçekte yanlış yönetilmesinin sonucudur. Çöller yağmur yağmadığı için değil, insanlar suyu yanlış yönettiği için oluşmaktadır.

 

Bir örnek, bizim coğrafyamız olan Alentejo yarı kurak olarak adlandırılır. Fakat geçen hafta buraya şiddetli yağmurlar yağdı. Birkaç gün içinde düşen yağmur miktarı tüm bölge halkının 1 yıllık içme ve kullanım suyu ihtiyacını karşılayabilecek büyüklükteydi. Fakat hiç kullanılamadan akıp gitti ve hatta verimli toprağı süpürerek, köprülerin temellerini aşındırarak, yolları, köy ve kasabaları basarak hasara yol açtı. Şu anda oluşan hasar onarılmakta. Bu durum çok pahalıya mal oluyor, zaman alıyor ve aynısı bir sonraki yağmurda aynen tekrarlanıyor. Bu nedenle insanlar hem bütün yıl su ihtiyaçlarını karşılayacak hem de selleri engelleyecek yeni sistemler üzerine düşünecek ve yatırım yapacak zaman bulamıyorlar.

 

Portekiz’de kışın çok yağmur yağsa da yazlar kurak geçer. 20 -30 yıl önce güney Portekiz derelerin yıl boyu -yazın bile- aktığı bir bölgeydi. Bugün derelerin suyu sadece yağmurlu dönemlerde artıyor daha sonra tekrar kuruyor. Sistem tamamen dengesini yitirdi. Bu durum dünya genelinde böyle, bütün iklim bölgelerinde benzer sıkıntılar yaşanıyor. Neredeyse her yerde insanlar, hayvanlar ve doğa için yıkıcı sonuçları olan toprak kaymaları ve sel felaketleri görebiliriz. Doğal afetlerden bahsediliyor ama aslında bunlar insan kaynaklı afetlerdir.

 

KÜÇÜK SU DÖNGÜSÜ

 

Mevcut durumu hem yerel hem küresel ölçekte nasıl değiştirebiliriz? Su yönetiminde sistem değişikliği ne demektir ve nasıl başlatılabilir? Bir cevap bulmak için bugün dünyada her yerde benzer şekillerde yaşanan gerçek duruma tekrar bakmalıyız. Bu durumu Viktor Schauberger küçük ya da yarım su döngüsü olarak adlandırır: Su buharlaşır, bulutları oluşturur ve yağmur olarak yeryüzüne geri düşer; fakat kesilmiş ormanlar ve otlatmayla çıplaklaşmış arazilerden dolayı yere çarpan yağmur suyu emilemez. Aşırı otlatma nedeniyle bitki örtüsü zayıflamış ve toprağın üst katmanı akıp gitmiştir. Korumasız kalarak ısınan toprak, üzerine düşen yağmurdan daha sıcaksa suyu ememez, kendini kapatır, sertleşir ve su üzerinden akar gider. Akan su derelerde birikir ve hızlanır, eğer bir yerlerde hâlâ verimli, gevşek üst katman kaldıysa onları da alır götürür ve geride ölümcül erozyon sorunu bırakır.

 

Hızla akan su çabucak dereleri ve nehirleri doldurur. Şiddetli yağmurlarda nehirler taşarak beraberlerinde toprak ve çeşitli maddeler taşırlar; fakat yatakları düzleştirilmiş, kenarları güçlendirilmiş, kıvrılarak akamayan nehirler bunları eskisi gibi bir sonraki kıvrımda bırakamazlar. Tarlada acil ihtiyaç duyulan bu çok kıymetli toprak çamur olarak nehirlerin aşağısını doldurarak sığlaştırır, su bendini aşar ve özellikle dere ağızlarındaki şehirlerde büyük hasara yol açar.

 

Küçük su döngüsünde nehirler berrak kaynak suları yerine çamurlu, kirli yağmur suyu taşırlar. Suyun kendini toplayabileceği, dinlenebileceği, olgunlaşabileceği, mineral ve bilgiyle zenginleşebileceği bir yer kalmamıştır. Sizlere, buradaki genç yüzlere bakıyorum, Avrupa’da nehirlerin tertemiz aktığını bilen genç bulmanın neredeyse imkânsız olduğunu düşünüyorum.

 

DÜŞEN YERALTI SUYU SEVİYESİ

 

Eğer yağmur toprak katmanında depolanamaz ve yeraltı sularına karışamazsa susuzluk meydana gelir. Susuzluktan toprak ekosistemi zarar görür, mikroorganizmalar yavaşlar, toprağın verimi önemli ölçüde düşer ve giderek daha az tür hayatta kalmayı başarabilir. Toprağın kuruması ve biyolojik çeşitliliğin kaybı çölleşmenin en önemli belirtileridir.

 

Bütün dünyada yeraltı suyu seviyeleri önemli miktarda düşüyor ve içme suyu rezervleri azalıyor. Bu gidişe dur diyemezsek, kıyamet senaryolarına doğru gittiğimiz gerçeğiyle yüzleşmeliyiz. Düşen yeraltı suyu seviyeleri nedeniyle tuzlu suyun zemine sızmasını engelleyen karşı baskı oluşamaz. Tuzlu su hiçbir engelle karşılaşmadan toprağa ve daha derinlerdeki içme suyu rezervlerine karışarak tuzlanmaya sebep olur. Sonuçta neredeyse geri dönüşsüz olarak ekosistem çöker. Dünyada pek çok kıyı bölgesinde bu durum çoktan yaşanmaktadır. Bulunduğumuz İber yarımadasında da kıyı bölgelerde açılan pek çok su kuyusu şimdiden tuzlanmıştır. Eğer içecek suyumuz kalmazsa nasıl bir gelecek bizi bekliyor? Engelleyebileceğimiz bir felakete seyirci kalamayız. Gerekli bilgiye sahibiz, tek yapmamız gereken bu bilgiyi kullanmak. Biliyoruz ki yeryüzünde olması gereken durum bu değil, insanların, hayvanların ve yeryüzünün birlikteliği bu değil, yaşam bu değil.

 

BÜYÜK SU DÖNGÜSÜ

 

Şimdi tekrar sağlıklı resme, büyük (tam) su döngüsünün resmine bakalım, Dünyaya düşen yağmur humuslu toprak katmanına düşerek sünger gibi emilir. Yakın geçmişte Tamera’da canlı ve verimli yarım metre derinliğinde toprak vardı. Bu bütün Portekiz’de hatta Avrupa’da az çok böyleydi. Bitkilerle gölgelenmiş ve bitki kökleriyle tutulmuş humuslu toprak katmanı, suyu emerek suyun derinlere inmesi ve toprağın katmanlarında depolanması için zaman tanıyordu.

 

Doymuş toprak katmanları bir depolama organı olarak işlev görüyordu. Su yeraltında, farklı derinliklerde bazen çok uzun süre dinlenir. Hâlâ orada, karanlıkta suya ne olduğu ile ilgili çok az şey biliyoruz. Bunun su döngüsünün ‘dişi’ veya ‘ruhani’ parçası olduğunu hissediyorum. Bizim söyleyebileceğimiz suyun orada mineraller ve bilgiyle olgunlaştığıdır. Bilgiyi almak ve depolamak suyun en gizemli ve temel özelliklerindendir. Doymuş toprak katmanlarının farklı derinliklerinde su farklı soğur. En soğuk olduğu yerden olgun kaynak suyu olarak tekrar yeryüzüne çıkar. Kaynak suları dünya ve üzerindeki canlılar için müthiş iyileştirme gücüne sahiptir. Kaynak suları ile doğasına uygun olarak kıvrımlar yaparak akması engellenmeyen dere ve nehirler toprağı iyileştirir. Su aktığı yatak boyunca giderek canlanır. Bu dere ve nehirlerin kenarlarında yaşamın tüm zenginliğiyle kendini gösterdiği çok çeşitli türü barındıran doğal yaşam alanları ortaya çıkar.

 

Tam su döngüsünde su sürekli ve düzenli hareket eder. Toprak tek seferde büyük miktarda suyu bir sünger gibi emip çok yavaş geri saldığından bir tampon vazifesi görür. Böylece seller önlendiği gibi dereler de yıl boyu su taşır. Yağışlı kış ayları ve kurak yazlar arasında denge kurulmuş olur. Bu ilke tüm iklim bölgeleri için geçerlidir. Toprak katmanlarının işlevini bütünüyle gerçekleştirebildiği tam su döngüsü, her yerde bir kere daha istikrar ve denge yaratır.

 

YAĞMUR SUYU TUTMA ALANLARIYLA TABİATI İYİLEŞTİRMEK

 

Günümüzde humuslu üst toprak katmanı büyük oranda dünya yüzeyinden silindi. Özellikle son 10 yılda son derece hızlı ve geniş alanlarda gerçekleşen erozyondan küresel bir felaket olarak bahsedilebilir. Bu nedenle 30-40 yıl hatta daha uzun sürede ince bir humus katmanı oluşturan ekosistemler geliştirerek zaman kaybedemeyiz. Denge sağlayan sünger etkisine daha çabuk ihtiyacımız var. Su döngüsünü, kaybolmuş üst toprak katmanına rağmen tamamlayabilmek için suyun toprak tarafından emilmesini sağlayacak bir yol bulmalıyız. Bu amaçla “Yağmur Suyu Tutma Alanları” fikri geliştirildi.

 

Yağmur Suyu Tutma Alanları ile suyun yağmur olarak düştüğü bölgelerde suyu tutacak bir sistem kurarak tam su döngüsünü sağlığına kavuşturmak amaçlanır. Sistem birbiriyle bağlantılı gölcük veya göl boyutlarında bir dizi su tutma

Sepp Holzer’in Avusturya’da çiftliğinde tasarladığı göller

alanından oluşur. Yağmur suyu doğal malzemeden inşa edilmiş baraj duvarının arkasında depolanır. Su tutma alanlarının tabanı beton veya su yalıtımı örtüleriyle kaplanmayarak suyun yavaş ama sürekli şekilde toprak katmanlarına sızması sağlanır. Yağmur Suyu Tutma Alanları terimi her zaman doğayı iyileştirme kavramıyla bağlantılıdır. Yağmur suyu tutma alanları inşa etmek tabiatın yıkımına verilmiş aktif ve etkili bir yanıttır. Biz bu bilgiyi Tamera’da, Avusturya’lı permakültür uzmanı Sepp Holzer’den edindik. Kendisiyle bir süredir yoğun şekilde çalışıyoruz. Yağmur Suyu Tutma Alanları inşa etmeye uygun olmayan insanların yaşadığı hiçbir bölge yoktur. Her nerede ekosistem yok edilmişse veya bozuluyorsa Yağmur Suyu Tutma Alanları inşa edilebilir ve edilmelidir. Her tip toprakta, her tür iklim kuşağında ve eğimde inşa edilebilirler. Özellikle burası gibi az yağış alan bölgelerde inşa edilmeleri ayrı önem taşır. Bir bölgeye düşen yağmur miktarı ne kadar az, yağışlı ve kurak mevsimlerin arası ne kadar açıksa oraya Yağmur Suyu Tutma Alanı inşa etmek o kadar acildir.

 

Bol yağmur alan tropik bölgelerde de Yağmur Suyu Tutma Alanları iyileştirme yolunda büyük bir adımdır. Yağmur ormanlarının kesilerek açılmasından sonra bazen tek yağmurla tamamen akıp giden humus katmanının işlevini yerine getirirler. Yüksek su tutma kapasiteleri sayesinde yoğun yağışlar nedeniyle günümüzde giderek daha sık yaşanan ölümcül toprak kaymalarına da engel olurlar. Böylece doğrudan insan yaşamını da kurtarırlar.

 

Dünyada belki hâlâ, müdahale gerektirmeyen, yeterince humusa sahip ormanlık küçük bir alan mevcuttur. Fakat ne yazık ki bu durum çok nadirdir. Yağmur Suyu Tutma Alanları yeryüzü ve üzerindeki canlılar için acilen gereken iyileştirme itkisidir. Ve insanların gerekli cesaret, güç ve -elbette- bilgiyi yeniden kazandıkları her yerde inşa edilmelidirler. Bunun için ortak ve kararlı bir güce ve yol haritasına ihtiyacımız var. Dünya genelinde Yağmur Suyu Tutma Alanları yapabilmek için özel eğitim merkezleri gerekmektedir. Biz bunlara ‘model üniversiteler’ diyoruz. Bu üniversitelerde Yağmur Suyu Tutma Alanları’nın işleyişi hem teoride hem pratikte öğretilir. Bu yolla düşünce sisteminde değişiklik süreci başlar ve doğal olarak hayatın başka yönlerini de içerir.

 

Bir Yağmur Suyu Tutma Alanının sürdürülebilirliği ancak bireysel ve toplumsal hayatın tekrar tabiatla bütünleşmesi ve yaşama saygılı olması halinde mümkündür. Modern zamanlarda tekrar tabiatla bütünleşmek nasıl olur ve bunun için ne tür teknolojik ve toplumsal bilgiye ihtiyaç vardır? Bütün bunlar araştırılmalı ve modellerle öğretilmeli, bu bilgiye ihtiyaç duyan herkes ulaşılabilmelidir. Düşünce sisteminde değişiklik süreci nihai olarak yeryüzünde su ve gıda kıtlığı çeken ve merhamet görmeyen tek bir canlı kalmayınca tamamlanacaktır.

 

SUYUN VARLIĞINI ANLAMAK, TANIMAK, BİLMEK

 

Düşünce sisteminde değişiklik için ilk adım suya farklı gözle bakabilmek, suyu farklı algılayabilmektir. Yağmur suyu göletleri yapmak sadece teknik bir iş olarak anlaşılmamalıdır; aynı zamanda bu göletler yeni nesil mühendislere suyun varlığıyla ilgili yeni bir anlayış kazandırmak, suya farklı bir gözle bakılmasını sağlamak için de varlar. Göletler öyle şekillenmelidir ki su durgun kalmamalı tersine özüne uygun bir şekilde hareket edebilmelidir.

 

Su insanın sadece kendi çıkarları doğrultusunda veya endüstriyel normlara göre kullandığı fiziksel ve kimyasal bir madde olmanın ötesinde bir varlıktır. Su canlıdır, yaşar. Biz modern insanlar bunu sil baştan öğrenmeli ve anlamalıyız. Bu nedenle bir yağmur suyu göletinin şekli rastgele değildir. Suyu gözlemleriz. Nasıl hareket etmek istiyor? Ne tür bir kenar istiyor? Hangi sıcaklığı ve hangi sıcaklık farklarını tercih ediyor? Dalgalanmak istiyor mu, istemiyor mu? Bütün bu soruların cevapları işimizin bir parçasıdır, tasarımımıza yansır.

 

Her canlı gibi su da istediği gibi olma ve hareket etme özgürlüğüne ihtiyaç duyar. Su akmak, kıvrılmak, girdaplar oluşturmak, dolanmak ister, böylece canlı ve taze kalır. Bu hareketlerle kendini temizler, aynı zamanda sakinleşir ve toprağın alt tabakalarına sızacak zaman bulur.

 

Yağmur suyu tutma alanlarına şekil verirken dikkat edilmesi gereken 3 önemli ilke vardır:

 

Alanın (göletin) uzun kenarı mümkünse hâkim rüzgâra paralel yapılır. Böylece rüzgâr suyun oksijenlenmesini sağlayan dalgalar yaratarak uzun yüzeyin üzerinden eser. Oksijen suyun temizlenmesi için önemlidir. Rüzgâr ve dalgalar kıyıya çökelti parçaları taşır, bu parçaları kıyıda su bitkileri yakalar ve bünyelerine alır.

 

Gölet kıyıları asla düzleştirilmez ve güçlendirilmez, bunun yerine kıvrımlı, bazen dik bazen yumuşak eğimli kıyılar yaratılır. Böylelikle su akıntılar oluşturabilir, dönebilir. Kıyının en azından bir bölümü su ve su kenarı bitkilerine ayrılır.

 

Derin ve sığ bölgeler yaratılır. Böylece farklı sıcaklık kuşakları oluşur. Bu kuşaklar suda sağlıklı bir termodinamik yaratır. Gölgelenmiş kıyı bölgeleri bu süreci destekler. Böylelikle çeşitli su canlıları, organizmalar kendileri için uygun yaşam alanları bulurlar.

 

Su tutma alanının baraj duvarı tamamen doğal malzemeden yapılır. Su geçirmez plastik membran veya beton kullanılmaz. Baraj duvarının yüzeyinde yalıtım için bulunabilen en ince malzeme -ideal olarak kil- kullanılır. Derin bölgelerden kazılan malzeme bu iş için uygun olabilir. Duvar su geçirimsiz tabakaya kadar inmelidir. Bu tabaka bazen zeminden birkaç metre aşağıdadır. Duvar kat kat sıkıştırılarak ince, nemli topraktan inşa edilir. Daha sonra her iki tarafına toprak yığılır. Humuslu katmanla örtülür ve üzerine bitkiler dikilebilir.

 

Bu doğal inşaat yöntemiyle su tutma alanları içinde bulundukları tabiat parçasıyla uyumlu olurlar. Çok kısa bir süre sonra kıyılarda yaşam tekrar boy gösterir. Sonunda bitkiler özellikle de ağaçlar doğalarının gerektirdiği şekilde dipten gelen suyla buluşur ve giderek daha az yapay sulamaya ihtiyaç duyarlar.

 

YARDIMCI GÜÇLER

 

Yağmur suyu göletleri inşa ederken tabiatın krallığına ait yardımcı güçler bizden yanadır. Bunu bilen yeni nesil mühendisler bu güçlerle irtibata geçer ve işbirliği yapmalarını isterler. Milyonlarca mikro organizma yağmurlu mevsimin bitişinden sonra bile ortamda hâlâ su bulunduğunu görünce hemen işe koyulur. Bizim en iyi çalışanımızdırlar. Çoğu görünmeden toprakta yaşar. Bu varlıklar her şeyin yararına olacak olan sürdürülebilir iyileştirme sürecinin başladığını hissederler. Uzun bir süre çalışmalarının sonucunu göremeyebiliriz ama orada olduklarını ve çabucak işe koyulduklarını bilebiliriz. Eike Braunroth, tabiattaki güçlerle işbirliği kurma konusunda uzmandır. ‘Tabiattaki Varlıklarla Uyum’ isimli kitabında önceden zararlı olarak adlandırılan ve kendileriyle savaşılan hayvanlar, ortaklarımız olarak kabul edildiğinde neler olduğunu anlatır. Sümüklüböcek, yaprak biti, tarla faresi, patates böceği ve kene gibi hayvanlar üzerine örnekler verir:

 

“Sayılarının çokluğu, hızla üremeleri, bahçemdeki bitkileri durdurulamaz bir şekilde yemeleri ve onlardan kurtulmak için yaptığım bütün numaralarımı boşa çıkarmaları algılarımı hayatın başka bir farkındalığına açtı. Artık onları engellemiyorum. Bana tabiatın koşulsuz bir dostluk sunabileceğini öğrettiler.”

 

Tamera’daki ekolojik işlerimizde bu tür bir işbirliğinden yararlanırız. Kuşlar, örneğin orman oluşturmanın vazgeçilmez unsurlarıdır. Bazı tohumlar çimlenebilmek için onların sindirim sisteminden geçmelidir. Bu üzerinde çalışmak ve araştırma yapmak için büyüleyici bir alandır. Bizim için o kadar tanıdık olmayan yardımcı güçler de vardır. Cherokee öğretisi üzerine dersler veren Dhyani Ywahoo’dan öğrendiğimize göre yıldırım zayıflayan toprağın canlanması için önemli bir faktördür. Fakat toprağın yeterince nemli olması gerekir. ‘Atalarımızın Sesi: Ateş Bilgeliğinden Cherokee Öğretileri’ isimli kitabında Dhyani şöyle demektedir:

 

“Yeryüzünün su kanalları tahrip edildiği için yıldırımın elektrik enerjisi kendisini çağıran bir yere sahip değildir. Tıpkı sinir sisteminin vücudumuzu harekete geçiren bir akım olması gibi yıldırım da bir akımdır. Yeryüzünün su kanalları yok oldukça yaşamın yeşermesi için daha az enerji olacaktır. Yıldırımın daha incelikli etkileri de vardır.”

 

Sepp Holzer fırtınaların bazı yenilebilir mantar türlerinin gelişimine katkısı olduğunu keşfetmiştir.

 

Bu örneklerde gördüğümüz gibi önümüzde heyecan uyandıran pek çok araştırma konusu bulunmaktadır.

 

Yağmur suyu göletlerinin inşasıyla birlikte insanlık yeryüzünün, bitkilerin ve hayvanların ruhuyla yani evrende birlikte yaşamak için yaratıldığımız her şeyin ruhuyla yeniden bağlantı kurmaktadır. Bu göletleri yaratmak sadece mühendislikle ilgili bir şey değildir, aynı zamanda yaşamla bağlantı kurma sanatıdır. Bu biz insanların bu gezegende yaşayan tek canlı olmadığımızı fark etmemizle ilgilidir. Yaşam onu anlamamız ve korumamız için bize güvenmiştir. Bu insanlığın yeryüzünde bulunmasının esas nedenidir. Burada eski zamanlarda tüm insanların sahip olduğu bilgelik tekrar uyandırılıp modern yaşama aktarılmaktadır.

 

TAMERA’NIN SU TUTMA ALANI

 

Tamera’da ilk yağmur suyu göleti inşasına 2007’de başlandı. Öneri, arazinin esas tabiatına kavuşturulması ve iyileştirilmesi amacıyla uzun süredir Tamera’ya destek veren Sepp Holzer’dan geldi. O güne kadar biz kurak bir yerde yaşadığımızı düşünüyorduk. Planladığı ilk göletin ebatlarını gösterdiğinde böylesi büyük bir çukurun ne kadar sürede

Tamera’daki ilk gölün başlangıç aşaması

suyla dolacağı sorusu aklımızı kurcaladı. Bugün “1. Göl” olarak adlandırılan göl yerleşim alanımızın merkezinde bulunmaktadır. Tozlu, yarı-boş bir havuzun senelerce dolmasını izleyeceğimiz düşüncesi ilk başta bizi motive etmedi. Sonra durumu daha açıklığa kavuşturmak için, su tutma alanına düşen yıllık ortalama yağışı hesapladık. Zihnimizde bu yağışı her biri 1 m3’lük varillere doldurduk ve ardı ardına dizerek Tamera’dan neredeyse 1,000 km uzaktaki Barselona’ya kadar uzandığını hesapladık. Bu hesap bizi su yetersizliği düşüncesinden uzaklaştırdı.

 

Aynı yıl inşaata başladık. İlk kış göl ve çevresindeki toprağın gövdesinin üçte ikisi suyla doldu. Ortalamanın altında yağışlı geçen ikinci yağmurlu mevsimin ardından su seviyesi, yüksek su seviyesinden sadece 1-2 cm az idi. Çok yağmurlu geçen üçüncü yılda birkaç su tutma alanı daha doldurulabilirdi. Bugün inşaatın başlamasından 4 yıl sonra sanki bu göl her zaman buradaymış gibi. Tamera’yı ziyaret edenler gölün tabii olmadığına inanamıyor. Kıyıya yakın teraslarda yenilebilir bitkilerden bir bahçe peyzajı gerçekleştirdik; binlerce meyve ağacı ve çalı diktik. Su samuru gibi yabani hayvanlar yaşamaya başladı, kuşlar döndü; Tamera’da şimdi bazıları sadece su zengini bölgelerde yaşayan nadir türlerden olan 93 farklı yabani kuş yaşıyor.

 

İlk yıl gölde bir kaynak sızıntısı oluştu, o zamandan beri sürekli akmaya devam ediyor. Birinci gölün inşası sadece bir başlangıçtı. O zamandan beri birkaç su tutma alanı daha oluşturduk. 2011’de birinci gölün 3 katı kapasitesinde bir göl inşaatına başlamayı istiyoruz. Bu, bir arazide oluşan su fazlasının su tutma alanına geçişiyle ortalama bir kış yağan bütün suyun tutulabileceğini gösterecek. Birkaç ilave kaynak daha meydana gelecek, tabii yeraltı su seviyesi yükselecek veya en azından daha fazla düşmeyecek. Yağmur suyunun tamamen arazide tutulduğu, dışarı akan suyun sadece fışkıran kaynaklar olduğu zaman bir su tutma alanı tam olarak gerçekleştirilmiş demektir.

 

Yeni göl arazimizin en yüksek noktasında yapılacak, böylece, pompalamak için ilave enerjiye ihtiyaç göstermeden, su basıncı gerektiğinde bütün araziyi sulayacak yükseklikte olacak. Bu en yüksek noktada yer alacak su toplama alanı ile diğer

Tamera’daki göller

su toplama alanlarında su seviyesi bütün yıl boyunca dengede kalacaktır. Tamera’da, bulunduğumuz Alentejo bölgesinde her yerin nasıl görünebileceğini göstermek ve temelde dünyada her yerde uygulanabilecek bir model teşkil etmek istiyoruz. “Susuz bir hayat mümkün değildir”. Olumlu cümle yapısıyla ifade edersek “ Su varsa hayat da vardır”. “Suyla veya susuz yaşadığımız hallerde nasıl bir manzara görürdük?” sorusunu kendimize sorarsak gözümüzün önünde ortaya çıkan resmi giderek daha fazla belirginleştirip muhafaza edebilir hale geliyoruz. Ne kadar çabuk cennet hayalleri görmeye başladık ve nasıl da çabuk bütün düzeylerde yetersizlik düşüncesinin dışına çıkabildik! Viktor Schauberger’in bir makalesinden bir cümle ile sözlerime son vermek istiyorum. Makale 1934’de yazdığı Das Wesen des Wasser (“Suyun Varoluşu”) adlı kitaptan.

 

“Her şey suyla başlar. Bu nedenle her kültürün ortak doğal kaynağı veya zihinsel veya fiziksel gelişimin temeli sudur. Suyun sırrını ortaya çıkarmak tüm spekülasyonlar ve hesaplar ile uzantıları savaş, nefret, kıskançlık, tahammülsüzlük ve her türlü ihtilafa son verir. Suyun bütünüyle araştırılması bu nedenle tüm tekellerin sonunu işaret eder, bu tüm otoritenin en mükemmel formunda bireyciliğin gelişiminden kaynaklanan sonu ve sosyalizmin başlangıcıdır. Eğer suyun sırrını açığa çıkarmayı, hasıl oluşunu anlamayı başarabilirsek o zaman her yerde her kalitede su üretmek mümkün olacaktır, geniş çöller verimli hale getirilebilecektir; bu durumda gıdanın ve makine gücünün satış değeri öylesine azalacaktır ki spekülasyon yapmaya artık değmeyecektir.”

 

Herkesten bu vizyonu hissetmesini istiyorum. Herkesin insanoğlunun nasıl olması gerektiğini, gerçek duruşunu anlamasını, model yaratmanın buradaki rolünü görmesini istiyorum. İnsan haklarını yeniden kazanan kişi, Eva Morales’in talep ettiği gibi suyun hakkını savunur, tabiat ve varlıklarıyla dayanışmaya başlar. Bir kere daha tabiatla bağlantıda olmanın derin anlamını bulduğumuzda şu cümleyi anlamaya başlarız “Bütün insanlık su, enerji ve gıdaya bedava erişebilir”.

 

Yaşam böyle olmalıdır.

 

Dinlediğiniz için teşekkür ederim.

 

 

Yazar Hakkında: Bernd Walter Mueller 1962’deAlmanya’nın Köln şehrinde dünyaya geldi. Doğa araştırmacısı, yağmur suyu göletleri inşası ve permakültür uzmanı, radyestezist (çubukla su kaynağı arama)

 

2007’den itibaren Tamera Barış Araştırmaları Merkezinde Sepp Holzer ile yakın işbirliği içinde çalışan Bernd Mueller Tamera Ekoloji Bölümünün yöneticisidir. Aynı zamanda barış gönüllüleri için uluslararası bir eğitim merkezi olan Küresel Kampüs’de de eğitmenlik yapmaktadır.

 

1986’da kendisine aradığı yanıtları vermeyen klasik üniversite eğitimini bırakan Bernd Mueller kendi işini kurdu; sağlıklı ürünler dükkanı açtı, peyzaj mimarlığı ve ağaç bakımı üzerine çalıştı.

 

1989’da İspanya’ya taşınarak Sierra Nevada’da bir organik çiftliğin yöneticiliğini yaptı. Bu çiftlikte doğada yoğun gözlemler yapacak ve doğadaki süreçler üzerine çalışacak huzurlu ortamı buldu. İnsan ve doğanın işbirliği kurmasını sağlayacak yeni ve incelikli yollar keşfetti. Bugün, kendi kendini eğiterek edindiği bilgi birikimini, toprağı ve yeryüzünü iyileştirmek üzere ekolojik modeller inşa ederek hayata geçirmektedir.